Seçimler yaklaşırken ulusal birliğimizi baltalayanların uluslararası çalışmalarını yakınlarında yaşayarak uzaktan izleyebiliyorum.
Buradaki Türkler önceden aile toplantılarında tencere veya sigorta satarlardı. Son dönemde ise ortalıkta cirit atan ithal beyinler “söyleşi” adını taşıyan toplantılarda ailelere dünya görüşlerini pazarlıyorlar. Başkanlık sistemi, hilafet, Osmanlı, Atatürk, güncel siyaset, laiklik ve İslam hakkındaki düzmece fikirlerini şüphelere fırsat bırakmadan empoze ediyorlar. Dinleyicilerine kendilerine inanmadıkları taktirde “dinsiz” lik ile sözleşme yapmış olacaklarının psikolojisini aşılıyorlar, sinsice ruhsal baskıya sokuyorlar. Kim daha iyi “mürid olma yolunda” rekabetinin heyecanlı telaşını başlatıyorlar.
“Keşke İngiliz’ler ülkeden hiç gitmeselerdi de Osmanlı’nın saltanatını korusalardı, hilafet sürdürülseydi o zaman şeriata göre yönetilirdik”, “Çanakkale’de laik olma savaşı verilmiştir, orada savaşan şehit düşmemiş, deccala arkadaşlık yapmıştır, Kurtuluş Savaşı emrini Vahdettin Atatürk’e vatanı kurtarması için gizli bir görev olarak vermiştir”, vb. deli saçmaları. Balık hafızalar azıcık zorlanırsa cevabı hemen verilecek bir soru; acaba ülke düşmanlardan temizlendikten sonra İngiliz gemisiyle kim kaçmıştır? Mustafa Kemal Atatürk mü? Bir deli kuyaya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış...
Almanya’ya transfer edilmiş yalanlarıyla tarihi yeniden yazmaya çalışan işbirlikçilerin adi-basit-sahte sözleri burada yaşayan müslüman Türklerin akıllarını karıştırıyor. Bu sadece meşhur “Ortadoğu Projesi” piyesinin Almanya’ da oynan bir bölümü, ciddiye almasakta adamların yüzyıllardır değişmeyen stratejileri; iftira atmak, nifak sokmak! Böldükten sonra da parçalayarak yönetmek veya yok etmek!
İngiltere hangi ülkeye “koruma” başlığı altında müdahale ettide o ülke belini doğrultabildi? Bırakın doğrultmayı hallaç pamuğu gibi de savurdu. Bunun en bariz örneklerinden biri de Hindistan değil mi?
Okuduklarını bildiğim için; Almaya’ya transfer edilmiş bu ithal beyinlere inanan yurtdaşlarıma onların anlayabileceği biçimde şöyle bir soru yöneltiyorum: Vatanı eviniz olarak kabul edin, dört duvarlarınıza zorba bir adam keyfi-kaba kuvvet kullanarak girse, baş köşeye otursa, tüm kazancınızı ve olanaklarınızı elinizden alsa, özeliniz kalmasa, her işinize o karar verse, açıkçası sizi cendereye soksa, sömürse, bu duruma dayanabilir misiniz? Emperyalist güçlerden hangi ülke bu zamana kadar fayda sağlamış ki? Zengin Arap ülkelerinin durumları ortada değil mi? Petrol kuyularını ve saltanatlarını İngiliz uzantısı Amerika korumuyor mu? Tevekküle terkedilmiş halkın vaziyeti umurlarında mı?
Ayrıca Çanakkale’de varlığını bir saniye dahi düşünmedenTürk varlığına feda eden şehitlerin sayesinde bugün varsın ve müslümansın! El insaf! Onlar olmasaydı olamazdın! Hayatında en değerliden de değerli olan nedir? Seni sen yapan, kimlik veren, özgür kılan? Hiç düşündün mü? Laiklik ile İslam birbiriyle özdeşleşmiş birlikte işleyen bir bütündür. Bu memleket en ağır derecedeki imkansız şartlarda yokken varedildi, ceketsiz, çorap katı, aç susuz savaştı Mustafa Kemal’ler! Savaşmak sadece bilgisayar oyunlarındaki gibi düğmeye basmak kadar kolay olsaydı o acı çaresizliği yaşamazdı Mehmetler! Sen donanımsız ve yoksullukla dolu bir kutsal başarının hüznünü tahmin edebilir misin hiç?
Osmanlı İmparatorluğu bilindiği gibi, Türk olan Osman Bey tarafından kurulmuştur. Asil, kibar, görgülü ve eğitimli bir aile tarafından da monarşi ile yönetilmiştir. Padişah anneleri ise büyük çoğunlukta Yahudi, Rus, Çerkez, Sırp, Bulgar ve Fransız olan ecnebi kızlarıdır.
Yahudilikte soyu kadınlar yürütür. Yahudi olmak için Yahudi bir anneden doğmak da kâfidir. Yani Yahdudilik anadan çocuğa geçer.
Osmanlı’nın son padişahı Vahdettin’in babannesi (Rus Yahudisi Suzi) Bezm-i Alem Valide Sultan, annesi de (Çerkez Henriet) Gülistan Sultan’dır. 1920’de Mustafa Kemal’in Anadolu’daki faaliyetlerinden oldukça rahatsız olan İngilizler ve işbirlikçileri tarafından hazırlatılan iftiralarla dolu idam fermanı Vahdettin tarafından onaylamıştır. Vatan kavramını sadece hanedanı için içselleştireren son padişah, Mustafa Kemal’i saltanatını ve hilafeti koruması için görevlendirmiştir. Böylelikle padişahın emrine karşı çıkarak saltanat yerine vatanı kurtarma çabasında olan asker Mustafa Kemal ölüm cezasına çarptırılmıştır.
İngilizlerin İstanbul'u işgalinden sonra Samsun'daki Rumlar İngilizlere bağımsız bir Pontus Devleti kurmak isteklerini bildirirler ve Türkler tarafından rahatsız edildiklerini de eklerler. İngilizler İstanbul hükümetinden derhal bu bölgeye müdahale edilmesini, edilmediği taktirde de Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesi uyarınca işgal edileceğini beyan ederler. İngilizleri kızdırmak istemeyen Vahdettin şahsiyetini ve yiğitliğini beğendiği Mustafa Kemal 'i bu iş için “görev”lendirir ve Samsun’a gitmesini ister. İşte Vahdettin’in Atatürk’e verdiği “gizli”lik içinde yansıtılmaya çalışılan tek “görev” budur. Vatanı değil de Samsun’daki Türkleri bastırması veya pusturması ve olası bir Pontus Devletinin kurulmasına olanak yaratmasıdır. Mustafa Kemal Atatürk de bilindiği gibi Samsun’a çıkmıştır, ilerleyen zamanda işgalcilleri geldikleri gibi göndermiştir. Mondoros’un “hasta”landırdığı topraklarımızı Misakı Millî ruhuyla çizip, amansız bir “Milli Mücadele”nin ardından tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.
“Tarih tekerrür ediyor”, klişe bir söz ama güncelliğini hâlâ koruyor. Gerçek yurtsever aydınların birbirlerini doğrulayan masa başı sohbetlerine yeterli vakitleri kalmadı, hareket alanları da daraldı. Muhatap alınan cephe dindar ama aymaz, her duyduğunu “vahiy” aldığını zanneden, liderlerinin “kıl”ı hatta kendilerini“imam nikahı ile bağlı” hisseden kadın taraftarları da olan, yadsınamayacak çoğunlukta bir topluluk.
Atatürk dünyanın tanıdığı ve hayran olduğu en nadir liderlerden birdir. Aynı anda saygılı, asil, görgülü, zeki, kültürlü, sevecen, inançlı, gözü tok ve vicdanlı olmak her babayiğite nasip olamaz. Ne mutlu ki insan olmanın en güzel erdemlerini bir arada görebildiğimiz bir civanmert bize denk gelmiştir, bizim Atamız olmuştur. Halkını demokrasi ile tanıştırmış, kendisinin dahi eleştirilebilir olduğunu savunmuştur. Kimseden kılı olması beklentisinde olmamış, biata da zorlamamıştır kimseyi, ülkesinin kadınını kendisine imam nikahı ile bağlıymış gibi hissettirmemiştir. Kısaca halkına insan gibi davranan adam gibi tek adammış...
Yorum Gönder