“Türkiye’de bilgi ve yeteneklerle ilgisi olmayan bir politik yazın ortamı var.
Çerçevesini politik kavgalar ve cehalet saptıyor. Gelişmiş ülkelerde entelektüel
söylem politik söylemi etkileyebilir. Türkiye’de bu olası değil. İslam potası
içinde bir politik kültür çöküntüsü içindeyiz.”
Kurtuluş savaşımızın kahramanlarından Rauf Orbay saltanatın
kaldırılmasına karşı çıkmış, “Boğazımdan saltanatın lokmaları geçmiştir. Yok
edilmesine razı olamam” demiştir. Mustafa Kemal’in silah arkadaşları Keçiören’de
onu sorguladılar “Senin Cumhuriyet ilan edeceğin söyleniyor. Bu doğru mu?” diye.
Kaygılıydılar bu inanç sahibi kahramanlar. Mareşal Fevzi Çakmak Köy
Enstitülerine karşı durdu. Nâzım Hikmet’in 30 yıl mahkûmiyetini onayladığı gibi.
Dini bütün bir muhafazakârdı Atatürk’ün yanı başında yer alan mareşal. DP
iktidarının ilk icraatı Arapça ezanı geri getirmek olmuştur. İnançlara
saygılıydılar, sandık demokrasisi başlamıştı. Demirel, sağcı ve solcu çocuklar
sokaklarda birbirini vururken “Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz” diye
televizyona çıkıp her türlü şiddeti kınamayı reddetmiştir.
İnanç sahibiydi o günün başbakanı. Darbeler geldi sol akımlara karşı,
yeşil kuşak (gren belt) teorisinin etkinlik kazandığı ortamda. Sömürüye
emperyalizme karşı çıkan solcu gençleri asmayıp beslemek olmazdı. Asıldılar
birer birer bu yiğit çocuklar. Nakşibendi kimlikli Özal’ın ardından Erbakan
şeriat özlemi içinde “Olacak ama bakalım kanlı mı kansız mı” diyordu. Nihayet en
radikal inanç sahipleri geldi iktidara. Liderleri, “Cumhuriyet dönemi sona
ermiştir artık, topluma İslami esaslar egemen olacaktır, İslama aykırı yasalar
kaldırılacaktır, halk onaylarsa laiklik elbette kalkacaktır” diyorlardı. 90
yıllık cumhuriyet dönemi artık sona ermeliydi. AKP iktidarı müziğin her
türlüsünü günah sayan, örtünmeyen kadınları fahişe olarak damgalayan, İslami
bisiklet ve İslami teknoloji yaratmayı amaçlayan muhteşem(!) profesörler
yetiştirdi. Bir emekli profesör de rüyasında Nakşibendi şeyhini görüp bakanlığa,
ciddiye alınarak işlem gören ve şeyhin ikazlarını içeren yazı yazdı. “Laikleri
şişe geçireceğim, anlayacaklar laikliğin faziletini. Elin o...su bile kalkıp
laikim diye çalım satıyor” diyen ajans müdürlerimiz oldu. Üniversitelerimizde
laikliğe, aydınlanmaya (akla da diyebiliriz), Darwin’e karşı çok sayıda Prof.
unvanlı öğretim üyemiz var. Diyanet işleri başkanı faylardan söz eden bilim
insanlarını eleştirerek “Fizik söylüyorsunuz, hani söylemlerinizde metafizik
nerede, Tanrı depremle kulları için bir sınav yapıyor” buyuruyor. Diyanet
başkanı İzmir’in irfan noksanlığını ele aldığı gibi henüz dünya bilim âleminde
kabul görmemiş kök hücre tedavisi konusunda da fetva veriyor ve inanç sahibi
hâkimlerimizle (kararı mahkeme veriyor) birlikte Sağlık Bakanlığı ve yerli bilim
insanlarını aşarak bu tedavinin uygulanmasını sağlıyor. Güçlü inanç sahipleri
Türkiye’yi bir darül harp bölgesi olarak ilan ediyorlar. Türbanlı iki genç
kızımız Atatürk’ü değil Humeyni’yi sevdiklerini söyleyerek dinlerini yaşamayı
özgürlük ve bağımsızlıktan çok daha üstün tuttuklarını, sömürgede bu olasılığın
daha yüksek olabileceğini bildiriyorlar.
Bir başka genç kızımız
“7.4 yetmedi mi siz inançsızlara” diye soruyor açtığı pankartla. Ergenekon ve
Balyoz davalarında yüzlerce gazeteci, öğrenci, bilim insanının tutukluluk ve
mahkûmiyet kararlarında sorgulanamayan güçlü inançların önemli rol oynadığı
sanırım yadsınamaz (Genelkurmay başkanına verilen müebbet hapis cezasını az
gören savcıyı hatırlayınız). Bir Başbakan’ın “Dindar ve kindar gençler
yetiştireceğiz” deyişini de başka türlü açıklayamayız. Ülkemizin yüzakı iki
büyük hümanist eğitimci ve sanatçısı Türkan Saylan ve Fazıl Say’a yöneltilen
küfür ve karalamalarına da başka bir yorum getiremezsiniz. Ekranlarda boy
gösteren ve milyonlara “çalışan kadın ailesini dağıtır, eş yok eşitlik yoktur,
hamile kadının sokaklarda görünmesi terbiyesizliktir” diye öğüt veren muteber(!)
konuşmacıya ne diyelim? Müslüman kardeşler liderlerinden Seyyid Kutup’tan
(Allah’ın nizamını gaspeden demokrasidir) ilham alan inançlı İslamcılarımız da
yakında “kahrolsun demokrasi” diye pankart açtılar. Saçlarının teli görünürse
günah olacağına inanan genç kızlarımız (kim bilir ne güzel saçları vardır)
türban özgürlüğü(!) ile büyük sevinç yaşayıp Erdoğan’a teşekkür ettiler. Ama bu
kızlar, bu inanç önceliği ve iktidar politikaları yüzünden kamplara bölünmüş,
bilimden, sanattan uzaklaştırılmış iç karartıcı memleket manzaralarını
göremiyor, fark edemiyorlar. Türban devrimi(!) her şeyi unutturuyor. Onlarla
birlikte ülkeyi yöneten ve onun kaderine hâkim olanlar inançlara dayalı
politikalarını yürütürken geçmişin akla, felsefeye öncelik veren İslam
bilginlerini, akademi kuran El-Memun’u, İbni Rüşt ve İbni Haldun’u, İbni Sina’yı
hatta C. Şengör’ün ısrarla anlattığı Fatih Mehmet’i okumuyor, anlamıyor ya da
umursamıyorlar. Bugün ülkemizde farklı bir İslam, farklı bir Kuran yorumu yapan
ilahiyatçılar var. Onlar da göz ardı ediliyor.
Soru soran
doğruları, iyiyi güzeli arayan insanlar için birbirinden aydınlatıcı yazılar
yazan bir bilge insan Doğan Kuban’ı da okumadıklarına eminim. Gözlerini,
yurtseverler için kahredici gerçeklere kapayıp kayıtsız şartsız AKP’nin ileri
demokrasi masalını övenler, Nagehan ve Nazlı’lar, Türköne’ler, Metiner’ler ve
benzeri ekran gülü ayrıcalıklı konuşmacılar da okumaz onu. Bakınız ne diyor son
yazısında Kuban: “Türkiye’de bilgi ve yeteneklerle ilgisi olmayan bir politik
yazın ortamı var. Çerçevesini politik kavgalar ve cehalet saptıyor. Gelişmiş
ülkelerde entelektüel söylem politik söylemi etkileyebilir. Türkiye’de bu olası
değil. İslam potası içinde bir politik kültür çöküntüsü içindeyiz.”
Son Söz: Toplumsal bilinç temel insan haklarına laiklik ve
aydınlanmaya göre biçimlenmemişse orada demokrasi gelişemez, hukuk var olamaz ve
çalışamaz.
Yorum Gönder