‘Seçim ekonomisi’ uygulanacak mı? - Mustafa Sönmez

31 Mart 2014 Yerel Seçimler, ardından Cumhurbaşkanlığı ve 2015 Genel Seçimi… Üç seçimlik bir maratona girerken, AKP rejimi kitlelere şirinlikler yapar, mavi boncuk, seçim rüşvetleri dağıtır mı? Maratonun start çizgisine yaklaşıldıkça, IMF’sinden iş dünyasına, onların medyadaki muteber sözcülerine kadar herkes “Aman ha!” diye uyarıyor; Sakın, yanılıp da seçim popülizmine kapılmayın. AKP rejiminin ekonomi bakanları da onları yatıştırıyor; merak etmeyin, şimdiye kadar yapmadık, şimdi de yapmayız, diye.

BABACAN GÜVENCESİ
18 Eylül’de IV. İstanbul Finans Zirvesi’nde konuşan Ali Babacan bakın bu noktaya nasıl değiniyordu; “Bu ara yorumlar yapılmaya başladı. İşte seçimler geliyor, hükümet yine kesenin ağzını açacak. Bu, bizim girdiğimiz ilk seçim dönemi değil ki. Türkiye 2007 yılında ve 2011 yılında genel seçimlerden geçti. 2004 yılında ve 2009 yılında yerel seçimlerden geçti, referandumlar yaptık ve bunların hiç birinde biz mali disiplinden asla taviz vermedik. Bu önümüzdeki dönemde de aynı disiplin devam edecek, bundan hiç kimsenin endişesi olmasın”
Bakan, 2009’dan bu yana, kamu borcunun milli gelire oranının yüzde 46,1’den, yüzde 36’ya düştüğünü hatırlatarak; bu 3 yılda 10 puanlık bir düşüş sağladıklarını ve önümüzdeki dönemde de bu bütçe disiplininin devam edeceğini belirtiyordu.

KAMUDA NEOLİBERALİZM
AKP rejiminin icraat yıllarına bakıldığında, IMF-Kemal Derviş operasyonlarından devralınan ekonominin en önemli boyutu olan ‘bütçe disiplini’nin sık sıkıya korunduğu gözleniyor. ‘2001 Krizi’ni aşmak için IMF’den alınan borçlarla; kamunun borç yükünün milli gelire oranı 2002 sonunda yüzde 74 iken, izleyen yıllarda borçlar geri ödenerek ve yeni borçlanmaya gerek kalmadan bugün yüzde 35’e kadar indirilmiş durumda. Peki nasıl olmuştu da, yeni borca gitmeden borçlar geri ödenebilmişti? Basit: Dış kaynakla sağlanan büyüme, vergi gelirlerini de artırmıştı. Vergi sistemi; KDV, ÖTV gibi dolaylı vergilere dayanıyordu. İç tüketim ve ithalat arttıkça, vergi gelirleri de artmıştı. Yanı sıra, önceki hükümetin altyapısını hazırladığı ve toplamı 50 milyar doları aşan özelleştirmelerin hasadını yapmak AKP’ye kalmıştı. Yetmemiş; kamu arsalarına, gelecek gelirlerine varıncaya kadar her şeyi militanca özelleştiriyordu AKP İşsizlik Fonu’nu bile kemiriyordu.
Harcama ayağında ise; dünyada faizler düşük seyrettiği için, ucuz borç bulunabiliyor ve faiz gideri de düşüyordu. Ayrıca; kamu sektörü, yatırımcı olmaktan çıkarılmıştı. Sanayi yatırımları sıfırlanmış, enerji yatırımı neredeyse kamuya yasaklanmıştı. Eğitim, sağlık gibi temel sosyal hizmetler bile ticarileştirilmiş; yerel yönetimlere neoliberal belediyecilik hakim kılınmıştı. Sosyal harcamalar devede kulak bile değildi. Kamu personel politikasında yine neoliberal ilkeler uygulanıyor, büyüyen pastadan memurlara koklatılmıyordu. Sonuç: 2002’de milli gelirin yüzde 10 olan kamu açığının 2013’te yüzde 1’lere gerilemesiydi.

ÇİFTE AÇIK KORKUSU
Bakan Babacan, bütçe disiplininden neden sapmamaları gerektiğini açıklarken, işin püf noktasını da açık ediyordu: “Bir yandan cari açığınız, bir yandan da yüksek bütçe açığınız varsa; bu çifte açık, ülke ekonomileri açısından en önemli tehlike. Bizim cari açığımız yüksek. Bunun yanında, bir de bütçe açığını eklersek, Allah korusun, o zaman Türkiye’nin ekonomik istikrarı, finansal istikrarı zarar görebilir”. Aslında, Babacan, “Allah korusun dış sermaye girişi kesilir” demek istiyor. Çünkü, AKP ekonomisinin temel dayanağı yabancı kaynak girişi. Yabancı yatırımcı açısından da, Türkiye’nin vitrinindeki en çekici unsur: kamu maliyesi... Yani kamu borçlarının düşüklüğü, açıkların indirilmiş olması. Bu gösterge birçok yükselen ülkede yok. Cari açığı rekor düzeyde olsa da; yatırımcı kamunun ayakta olmasına güveniyor; bir yangın çıkarsa, su tankında su olması onu rahatlatıyor.
Ne var ki, bu cazibeye rağmen yabancı kaynak, FED’in sinyaliyle geri durmaya başladı zaten, Türkiye gibi ülkelerden. Bu tehdit, bütçeyi tavsatmamak gerektiğini iyice hatırlatıyor. Gelin görün ki, geçmiş seçim dönemlerinde bütçeden harcama yapmaktan uzak duran AKP için, bu seçim maratonu öyle değil. Dünkü yazımda belirttiğim gibi, dört yandan bir basınç altında iktidar. Bu basıncı biraz azaltmak için popülistlikten uzak durur mu? Bekleyip göreceğiz. Ama, bu konuda son sözü RTE söyler. Durum kritik ise, ekonomiyi boş verip kesenin ağzını açabilir de.
Bu arada, akçeli olmayan popülizmden de elini hiç sakınmayacak AKP. Mesela; bazı vergi afları, SGK afları ya da başka aflarla ve başka ‘cin fikirler’ ile kamu kesesinden bir şeyler dağıtmayı deneyecektir.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget