Dış Politikanın Kahramanları - Güray Öz

Dış politikanın zor bir alan olduğunu tarihe meraklı olanlar, “büyük” adamların biyografilerini okuyanlar, çıkarlar çatışmasının acımasızlığını dikkate alanlar bilirler. Dış politikanın bu değişmez temeli hakkında fikir yürütebilmek için uzman olmaya gerek yoktur. Ama bundan sonrası herhalde uzmanlık ister. O nedenle de ahkâm keserken ihtiyatlı olmakta yarar vardır.
En iyisi kimi olguları ortaya koymak ve orada bırakmaktır.

***

Türkiye’nin dış politikasının bir çıkmazda olduğu söyleniyor. Aslına bakarsanız, Doğu - Batı ilişkileri alanında seçimini Batı’dan yana yapan ve 1956’da NATO üyeliği ile bunu perçinleyen Türkiye’nin o tarihten sonra bağımsız bir dış politikası olmamıştır. Hep Batı söylemiş Türkiye yapmış ya da uymuştur. Şimdi de bu durumda genel hatlarıyla bir değişiklik söz konusu değildir. Yalnızca olur olmaz heveslerden etkilenen reflekslerin sendelediği, uyumun biraz geriden geldiği belki söylenebilir.
Bir iki olguyu daha ortaya koymakta yarar var.
Emperyalist devletlerin “kadiri mutlak” olmadıkları ve çok sık stratejik hata yaptıkları, bu hatalarını kural olarak güçle örttükleri de bir tarih bilgisidir. Müttefikleriyle aralarında çıkan tatsız çelişkiler de genellikle bu sıkışık zamanların “çelişkileri”dir. Bunlardan kahramanlık çıkarmaya çalışan yanılır. Emperyalistle çatışmak, sistemle ilgili temel bilgilerde farklı düşünmedikçe olası değildir.

***

Son günlerde Türkiye’nin dış politikasındaki yalnızlaşmanın ve rota düzeltme manevralarının nedeni de budur. Şimdi herkes ABD’de Türkiye ile ilgili makalelerle eleştiri dozunun neden arttığını merak ediyor. Bu eleştirilerde büyük sırlar gizli değildir. Türkiye’nin politikalarını gözden geçirmesi ve başına buyruk hareket etme eğiliminden vazgeçmesi isteniyor. Hepsi bu.
İki bloklu sistemin yıkılmasından sonra ortaya çıkan çok başlılığın yarattığı aldatıcı görünüm, Türkiye’de laik Cumhuriyetle hesaplaşma içine giren ve bunda önemli başarılar elde edenlerin uluslararası alanda da farklı bir yer edinme, farklı bir yerde merkezi bir rol alma hevesini, emperyalistler çok da hoş karşılamadılar. “Tamam iç politikada elde edilen başarılar ‘ılımlı İslam’ politikalarımızla uyum gösterebilir, ama o kadar” denilmesi bundandır.
Böyle durumlarda eldeki olanaklar, stratejiler ya da taktikler devreye girer. Bu çok şöhretli, genellikle embedded elemanların gayretiyle yazılan, yazdırılan makale de olur, büyükelçilerin e-postası da. Hiçbirinin tek tek tüm tabloyu ortaya koyduğunu kimse söylememelidir. Siz tablonun bütününe bakın ve sadece ne gördüğünüzü söyleyin, yetecektir.

***

ABD’de söz sahibi kimi çevreler Türkiye’ye genel stratejileri, politikaları hatırlatıyor, ellerindeki çok yönlü olanakları ima ediyor. Cemaate gönderme yapıyor, yeri geliyor demokrasiye sığmayan hareketlere, basın özgürlüğünün önemine dikkat çekiyor, Suriye’de yanlış yerlere yönelmiş desteklerin hesabını çıkartıyorlar. Çin’le girişilen füze projesinin NATO’ya, ittifaka uyumunu sorguluyor; “ama siz de yapıyorsunuz” türünden itirazları ise biraz “müstehzi” bir edayla karşılıyorlar.
Türkiye’nin dış politikası Batı’ya bağımlılık üzerine kurgulanmıştır ve bu kurguyu uygarlık çizgisinden ayrılmaya pek hevesli, bu konuda çok hızlı adımlar atmış politikacıların değiştirme şansı, olanağı yoktur. Emperyalist, “bak o da var, bu da var, şu da var, hepsi de bizim kullanım alanımızdadır, ama sen bu karmaşık haritada bizim pusulamız olmadan yol bulabilecek misin bakalım” diye konuşur, gelip geçici, aldatıcı sanrıların şişirdiği egolarla kendisine kafa tutan müttefikine seçilmiş üç beş köşe yazarıyla, büyükelçilerin e-postalarıyla bile rota çizebilir.
Bunda utanılacak bir şey vardır, ama şaşılacak bir şey yoktur.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget