Kapatılan Has Parti'nin Genel Başkanı Numan Kurtulmuş geçen yıl AKP'ye katılmış ve Genel Başkan Yardımcısı olmuştu.
Hatırlayın; Kurtulmuş, AKP'ye katılana kadar bu partiyi ve Başbakan'ı yerden yere vuruyordu.
AKP'ye geçmesi söz konusu olduğunda bir kez bile, "Ben farklı
düşünüyorum ama bu partiye katılıyorum. Beni olduğum gibi kabul
edecekler" falan demedi.
Gitti, iktidar partisine üye oldu; önceden söylediklerinin hepsini de yuttu!
***
Şimdi ise Has Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Çapa Göğüs
Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan'ın CHP'ye
geçeceği söyleniyor.
Ancak Kılıçaslan'ın şartı var:
O CHP'ye uymayacak, CHP ona uyacak!
Bakın bu şartını nasıl dile getiriyor:
***
"Biz CHP'ye katılırken farklılıklarımızla bu partinin içinde temsil
edilebileceğimizi, siyasetin ve partilerin değişim ve dönüşümüne bu
platformda katkı sağlayabileceğimizi düşündük. Türkiye yeni bir döneme
girdi. Bu yeni dönemin özellikleri CHP'de de kendini göstermeli.
Katılımımızın anlamı bu olabilir. Kendi fikrimizle, farklılığımızla CHP
içinde var olabilirsek, bu yeni döneme biz de kendi bakış açımızı
yansıtabiliriz."
***
CHP ile AKP arasındaki farkı görüyor musunuz?
AKP'ye geçen; parti programını kabul edip, kendi geçmişini inkâr ediyor...
CHP'ye geçen ise doksan yıllık partinin programını reddedip, kendi siyasi görüşünü partiye taşıyacağını ilan ediyor!
Daha da ileri gidip, "partiyi değiştirmek ve dönüştürmek" amacıyla yola çıkıyor!
Böyle olunca da dincisi, bölücüsü CHP'li olup gerçek CHP'lileri beğenmiyor.
Sonuçta CHP, ne dediği anlaşılmayan, her kafadan ayrı bir sesin çıktığı, herkesin birbirini yalanladığı bir partiye dönüşüyor...
***
Peki; Kemal Kılıçdaroğlu'nun Genel Başkanlığı'ndaki Y-CHP, neden bu insanlara kucak açıyor?
Parti programından, kurumsal kimliğinden, doksan yıllık ideallerinden ve en önemlisi ideolojisinden neden ödün veriyor?
Üç beş oy daha fazla alabilmek için!
Peki; yararı oluyor mu? Her isteyen, kendi koşullarıyla ve kendi ideolojsiyle CHP'ye girince, partinin oyları artıyor mu?
Elbette hayır...
Tam tersine; CHP'li olmayanların partiye egemen olması, CHP'li seçmeni kaçırıyor!
***
Ve son soru:
İyi de Genel Başkan Kılıçdaroğlu, bu tabloyu görmüyor mu?
Bana göre görüyor ama...
Ya kendisi de CHP'li değil...
Ya da CHP'li ama "iktidar" olmaktan korktuğu için koca partiyi aşure kazanına çevirmek işine geliyor!
ANMA!
Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, 21 Ekim 1999 günü saat 09.40'ta evinden çıktı.
Arabasının sileceği ile kaput arasına konulmuş poşete sarılı paketi alıp kapıyı açtığı sırada, büyük bir patlama meydana geldi.
Türkiye'nin en önemli siyaset bilimcisi ve sosyoloğu böyle katledildi!
Dün, Kışlalı'nın ölümünün 14'üncü yıldönümüydü.
Bu alçakça suikasttan hemen önce, (birçok aydın gibi) Akit gazetesi
tarafından hedef gösterilmiş, üzerine çarpı atılmış fotoğrafı manşetten
yayımlanmıştı.
Bu yüzden ben dün sadece rahmetli Kışlalı'yı değil; bugün hâlâ aynı naneleri yemeye devam eden Akit'i de andım!
Nasıl andığımı ise varın, siz tahmin edin...
GÜNÜN SORUSU
Her fırsatta "modern cezaevleri yaptırmakla" övünen Adalet Bakanlığı,
Silivri Cezaevi'nde kadınların kaldığı blokların camlarını boyamış...
Amaç; koğuşun, erkek tutukluların kaldığı bloklardan görünmemesini
sağlamakmış! Kadınlar bu yüzden gün ışığına bile hasret kalıyormuş...
Sorum, bu "en büyük cezalandırma"nın sorumlusu olan Adalet Bakanı'na:
Cezaevlerindeki kadınları çarşafa sokmayı da düşünüyor musunuz?
Adalet bu haldeyken...
Yıllardır biz yazdık, söyledik; umursayan olmadı. Sonunda bayramın
ikinci günü açıklanan Avrupa Birliği'nin 2013 Türkiye İlerleme Raporu'na
girdi:
"Türk yargısında iddianamelerin kalitesi düşük ve mantık silsilesi yetersiz..."
Bu eleştiri, yargı camiasında da kabul gördü. Halen görevdeki bazı
savcılar ve hâkimler "adalet.org" isimli sitede, iddianamelerdeki kalite
düşüklüğünü itiraf etti.
Örneğin, Tarsus Cumhuriyet Savcısı Sabır Çelik, "İddianamelerimizin kalitesi ile ilgili tespitler yerinde" dedi.
Kayseri Cumhuriyet Savcısı Barbaros Aslan, iş yoğunluğundan yakındı:
"Geçen yıl 1900'e yakın dosya gelmiş, 1750'si çıkmış... Yazdığım
iddianameler benim de içime sinmiyor ama elden de bir şey gelmiyor!"
Gaziantep Hâkimi Mehmet Karaca ise adeta isyan etmiş:
"Hiçbir delil toplamayan, ifade dahi almayan, vatandaşın lehine
hususları duymazdan gelen ve kolluk (polis-jandarma) fezlekesini aynen
iddianameye geçiren savıcılar hangi iş yükünden bahsediyor? Böyle
savcılıkla iş yürüyorsa yılda 10 bin iddianame yazarım."
***
Türkiye'deki yargının hali işte böyle:
Tamam, "Adaletin kestiği parmak acımaz" da...
Bunun için önce adaletin "adilliğinden emin olması" gerekmez mi?
GÜNÜN İSYANI!
"Elleri sopalı adamlar"la ilk olarak Gezi Direnişi sırasında
tanışmıştık... Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin ODTÜ'ye yaptığı baskında
yine ön safta yer alıp gazeteci dövdüler. İsyanım, polisle birlikte
hareket eden bu adamların kimliğini bir türlü tespit edemeyen (!)
İçişleri Bakanlığı'na:
Siz bizi aptal mı sanıyorsunuz?
Yorum Gönder