Günlük yaşamımızda siyasi parti elemanları ve onlara şu veya bu nedenle bağımlı köşe yazarlarının sık sık kullandığı bir deyim vardır. “Bunun hesabı seçim zamanı sandıkta verilecektir. Başarılı isek halk bize desteğini verir, başarısızsak bizi cezalandırır.” Bu sözü iktidar partimiz, son seçimlerde aldığı %50 küsur oy oranı nedeniyle çok sık kullanmakta ve kendilerine muhalefet edenleri sandıkta hesaplaşmaya davet eder gibi bir havaya girmektedirler. Onlara göre Demokrasilerde hesap verme yeri sadece sandıktır. Dört yıllık icraat sonunda seçim için halkın karşısına çıkıldığında siyasi partileri hesap verme durumundadır ve seçim sonucu oyları verdikleri hesabın onaylanıp onaylanmadığını ortaya koyacaktır.
Bize göre bu anlayış şeklen doğru gibi görünse de gerçek anlamda bir demokrasinin ruhuna uygun düşmez. Sandık tabii ki halkın beğenisinin bir göstergesidir ama acaba burada alınacak bir sonuç seçilenlerin aklanması için yeterlimidir? Yeterli ise o zaman devre sonunda çeşitli nedenlerle yapılan yargılamalara ne gerek var?
Seçimler ve sandık halkın belirli bir dönem için kendi yönetimini sağlayacak vekillerini seçtiği yerdir. Halk seçilenlere kendi yetkileri olan Yasama ve Yürütme güçlerini verir. Yargı gücünü seçimle vermez, bu gücü özel okullarda eğitilmiş, uzmanlaşmış elemanlara verir. Milli Egemenlik Güçlerinin birlikte ve koordineli olarak çalışması halkın mutluluk ve refahı, bunun yanında kurulmuş düzenin iyi bir şekilde işlemesi için şarttır. Ancak kurulu düzen, yasaların da dışına çıkılarak bozulmak istenirse o zaman güçler arasında çatışma başlar. Günümüz Türkiye’sinde durum bundan başka bir şey değildir.
Burada hemen şu soru akla gelebilir; seçilenler mademki halkın gerçek temsilcileridir, onların halk namına kurulu düzende bazı değişiklikler yapmaları demokrasi gereği olamazmı? Cevabımız tabii ki evet olacaktır. Ama bu değişiklikler bir dayatma şeklinde ve mevcut yasal sistemi sarsar mahiyette olunca “hesap sorma” ve “ hesap verme” konuları gündeme gelir. Unutmamak gerekir ki Demokrasi erdemli ve özgür insanlar rejimidir. Seçilenler bu özgür insanlar karşısında hesap vermeye her an hazır olmalıdırlar. Mevkii ne olursa olsun bütün seçilenler, istendiği anda Halk namına kullandıkları yetkilerin hesabını vermek mecburiyetindedirler. Seçilenlerin Cumhurbaşkanı, Başbakan veya Bakan oluşu, seçimlerde %50 bir yana % 90 oy almış olmaları bile onları bu sorumluluktan kurtaramaz.
Bu konuda bir an 2500 yıl önce Demokrasinin ilk kurulduğu dönem olan Atina Site Demokrasisindeki sistemi hatırlayalım. Bakın orada sistem nasıl çalışıyordu: “Mahkemelerin idareciler üzerindeki kontrolü başlıca üç yoldan sağlanıyordu.
İlki, idareci olmayı isteyen bir adayın o makama gelebilmesi için Halk Jürisinin onu sınava sokma yetkisi vardı. Göreve atanma, günümüzdeki gibi bir partiye, bir ideolojiye veya kişilere bağlılıkla ilişkili olmayıp kişinin sınavdaki başarısı ve kişisel yeteneği ile orantılı olarak gerçekleştirilirdi.
Atina demokrasisinde ikinci olarak bir adayın seçilmiş olması halinde bile, gerekli görüldüğü takdirde seçilen adayın söz konusu makama gelmeye layık bir kimse olmadığı yolunda bir önerge verilebilir ve mahkeme yargılama sonunda onu eleyebilirdi. Bunun yanında görevliden, görev süresinin sonunda yaptığı bütün işlerin hesabını vermesi istenebilirdi. Bu hesap verme işi yine mahkeme önünde yapılırdı.
Nihayet her idareci, görev devresinin bitiminde özel bir toplantıda hesaplarını açıklar ve kamu ödemelerinin muhasebesini yapardı. Atinalı idareci, kura ile seçilen 500 kadar vatandaşı tarafından sınava sokulmuşsa da, aslında pek az bağımsız faaliyet hakkına sahipti ve istediği veya doğru bildiği her şeyi yapma hakkına sahip değildi. Yunan düşünce sisteminde daima birbirine yakından bağlı olan iki esas değere yer verilirdi. Bunlar; özgürlük ve yasalara saygı idi.
Bütün bu bilgilerin ışığında ülkemizdeki siyasi yaşamın ne olduğunu rahatlıkla değerlendirebiliriz. Bunun için en basit birkaç soruya cevap aramak yeterli olacaktır.
Acaba hangi demokraside Polis ve Yargı elemanları vasıtasıyla özel ve tüzel kişilerin telefon konuşmaları dinlenir, yazışmaları kontrol edilir ve bu konuşmalar, incelemeler yardımı ile gerektiğinde bireyler idari ve hukuki baskı altına alınırlar? Hangi demokraside hakkını aramak için miting yapan gençlerin üzerine acımasız polis saldırıları teşvik edilir? Hangi demokraside insanlar yukarıda belirtilen Yunan örneğinde belirttiğimiz gibi bireysel yetenek ve kabiliyetlerine göre değil de dinsel eğitim ve inançlarına göre bir göreve tayin edilirler? Hangi demokraside Basın yayın organları akrabalara ve ideolojik dostlara peşkeş çekilir, Yargıyı baskı altında tutmak için özel kanunlar çıkarılır? Bu sorular o kadar çoğaltılabilir ki.
Ama eminiz ki bütün bu hareketler AKP yöneticileri ve yandaş basının iddia ettiği gibi Türk Halkına daha fazla demokrasi getirmek için yapılıyordur! Mademki daha fazla demokrasi isteniyor, biz sadece Hesap verme konusunu da ciddiyetle ele almalarını, en azından 2500 sene öncesinde yapılanlara benzer şekilde Halk Jürileri yerine basın-yayın mensupları önünde hesap verilmesini isteyebiliriz.
Dr. M. Galip Baysan
Yorum Gönder