Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, Balyoz davası sonrası konuştu ve dedi ki:
“Birlik
ve beraberliğimizi ve iç huzurumuzu koruyarak, birbirimizi dinleyerek
ve anlayarak, mevzubahis vatan ve millet olduğunda saplantılarımızı bir
kenara bırakarak ve ‘Her şey Türkiye için’ diyerek
ulaşabileceğimize inanıyorum. İşte bu düşüncelerle, atalarımızdan
bizlere emanet edilen özgür vatan topraklarının korunmasının,
devletimizin bekasının, vatandaşlarımızın huzur ve güvenliğinin teminatı
olduğunu düşündüğüm, yüce milletimizin bağrından çıkan Türk Silahlı
Kuvvetleri’ne ve onun fedakâr mensuplarına karşı daha duyarlı olunmasını rica ediyorum.”
Deniz Kuvvetleri’nde komutan düzeyinde subay kalmamış, ordunun neredeyse yarısı cezaevindeyken “TSK mensuplarına karşı daha duyarlı olunmasını” rica
eden bir Genelkurmay Başkanımız var. Dahası; birlik ve beraberliğin
sürdüğünü, iç huzurun korunduğunu, birbirimizi dinleyerek anladığımızı,
vatan topraklarının korunduğunu, devletin bekasının sürdüğünü,
vatandaşların huzur ve güven içinde yaşadığını sanan bir Genelkurmay
Başkanımız var.
Ne mutlu Genelkurmay Başkanıyım diyene...
Muzaffer Saraç
Muzaffer Saraç’ı yitirdik. Gözü pek, çalışkan, kendini yetiştirmiş, kararlı, dürüst, ilkeli bir işçi lideriydi.
Bu nitelikleri Türk-İş içinde örselenmesine neden oldu.
12
Eylül’den çıkış sürecinde SODEP’in (Sosyal Demokrasi Partisi) ilk
kurucularındandı. Kimi güvendiği işçi liderleri ile birlikte,
sendikacılıkta şaşmadığı niteliklerini siyasete taşıdı. Siyasette de
örselendi. En son bizim bildiğimiz Ankara Belediye Meclisi üyesiydi.
Orada da dürüstçe yolsuzlukların üstüne gitti; ama yalnız bırakıldığı
için hep yenildi, düş kırıklıklarına uğradı.
İşçiler, çetin bir kardeşlerini, önderlerini yitirdiler. Bilmem farkındalar mı?
Sansürlenen Konuşma
AKP’nin güdümüne girmiş Anadolu Ajansı, Ahmet Taner Kışlalı’yı
evinin önünde andığımız toplantıda, Cumhuriyet gazetesi adına
yaptığımız konuşmayı, abonelerine servis ettiği haberde yok saydı. Ne
demiştik ki biz? Şunları söylemiştik:“Biz bugün bir
Cumhuriyet aydınını, öğretmenini, Ahmet Taner Kışlalı’yı anmaya geldik.
Onu aramızdan alanlar, bugünleri bekliyorlardı. Yani, kinlerinin
davacısı olanların ülkenin geleceğini karartmalarını bekliyorlardı.
Neye kinlilerdi onlar?
Bizim değer olarak kabul ettiğimiz her simgeye kinlilerdi.
Kadınların
saçlarına, erkeklerin sofralarına kinlilerdi. Çocukların andına
kinlilerdi. Türk’e, doğruya, çalışkana kinlilerdi. Ne mutlu Türküm
diyene kinlilerdi.
Üniversitenin bilimine, ordunun gücüne kinlilerdi. Atatürk’ün devrimlerine, halkın Cumhuriyeti’ne kinlilerdi. İsmet Paşa’nın Lozan’ına, ülkenin bağımsızlığına kinlilerdi.
Yazarına
kalemine, çizerin mizahına kinlilerdi. Alfabeye, çağdaş eğitime
kinlilerdi. Ulusçuluğun kardeşliğine kinlilerdi. Laikliğin demokrasinin
olmazsa olmazına kinlilerdi.
Gençliğimizi astılar. Kinleri bitmedi.
Ahmet Taner Kışlalı’nın, Uğur Mumcu’nun, Muammer Aksoy’un canını aldılar. Kinleri kurumadı.
Kanlı gözlerle hâlâ peşimizdeler...
Gün gelecek kustukları kinde boğulacaklar.
Seher yeli ile uyanacağız. Bekliyoruz ve inanıyoruz: Güneş ufuktan yeniden doğacak!”
Demek ki, bu sözlerden gocunmuşlar...
Tehdit
PKK’liler, yeniden silaha sarılma tehdidini dillendirmeye başladılar bile.
Dillendirirler
çünkü... Kışlalarda askerlik yapan Kürt kökenlilerin rapor alarak yemin
törenlerine katılmadıkları, geçmişte terörle mücadele vermiş subaylar
hakkında çok sayıda soruşturma yürütülen, eski Genelkurmay Başkanı “terörist” suçlamasıyla
hüküm giydirilmiş, dolayısıyla pıstırılmış, kıstırılmış,
etkisizleştirilmiş bir ordu ile karşı karşıya olduklarını biliyorlar!
Diktatörlükmüş
Sayın Abdullah Bey, Diyarbakır’da “Demokratik İslam Kongresi” yapılmasını buyurdu. BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan hemen kongrenin çağrısının çok önemli olduğunu açıkladı ve Gülen cemaatinden tutun, Mustazaf-Der’e (Hizbullah) kadar tüm İslami grupların bu kongreye çağrılması gerektiğini söyledi ve ekledi:“Türkiye’nin
temel maddelerini çözmeyen, din devlet ilişkilerini, cemevlerini,
tarikatları, medreseleri, başörtüsünü, Kürt sorununu, anadilinde
eğitimi, yerinden yönetimi, vatandaşlık tanımını, anayasanın
değiştirilmez ilkeleri hal etmeyen bir anayasa halkı aldatmadan başka
bir şey değildir.”
Kim bu Altan Tan? Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu Meclis kürsüsünden, onları “10 binlerce kişiyi katleden, öldüren, asan, işkence kuran Kemalist diktatörlük” diye nitelendiren adam...
Ülkeyi
bölmek için iç savaş çıkarmış hükümlünün ayağına gidip ondan emir alan
adam, bir yandan o ülkeyi kurtarmış ve kurmuşlara söverken öbür yandan
anayasanın kuruluş felsefesini içeren maddelerinin değiştirilmesini
önerebiliyor...
Bir ülkenin çivisinin çıkması böyle bir şey işte...
Yorum Gönder