AKP ile Gülen Cemaati arasında... AKP ve özellikle Erdoğan ile ABD
arasında... Türkiye, ABD ve İsrail gizli servisleri arasında... Bir
şeyler oluyor. Aralar açılıyor. Karşılıklı suçlamalar havada uçuşuyor. O
toz duman arasında da bir isim; MİT Müsteşarı Hakan Fidan öne çıkıyor.
Aslında, kavga Erdoğan’ın, Gülen Cemaati’nin istihbarat ağını
parçalayıp, sistemi MİT bünyesinde toplamasıyla başlamıştı. İş daha
sonra öyle büyümüştü ki, Savcılık Hakan Fidan’ın peşine düşmüştü. Ancak,
Başbakan’ın “Yedirmem!” çıkışıyla Fidan ‘kurtarılmıştı’.
Hakan Fidan yine hedefte... Ankara yine “Yedirmeyiz!” diyor. Ancak bu
kez durum çok farklı. Çünkü, bu kez uluslararası bir kapışmadan söz
ediyoruz. O kadar ki, Dışişleri Bakanı Davutoğlu “Bugün Hakan Fidan’ı
savunmak milli bir meseledir” buyurdu!
MİT ile Fidan hakkındaki iddia şu: Türkiye, İsrail Gizli Servisi
MOSSAD’ın 10 ajanı hakkında İran’a bilgi uçurdu. Gerçek kimliklerini
verdi. Böylece, o ajanların hayatlarını tehlikeye atmak bir yana,
İsrail’e ağır bir darbe vurdu.
MİT FIRTINASI
Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler sık sık bozulsa da, MİT ile
MOSSAD (elbette CIA gözetiminde) hep bağlantıda oldu. Oysa, şimdi bu
ilişkiyi dinamitleyecek ve doğruysa bedeli ağır olabilecek bir durum
var. Üstelik, iddialar sadece ABD’nin değil, dünyanın en saygın iki
gazetesinden geldi: önce Wall Street Journal, daha sonra da Washington
Post yazdı. Bir de Jewish Press.
Erdoğan’ın, kurmaylarının ve Hakan Fidan’ın tepkisini tahmin etmek güç
değil. Ancak asıl kıyamet, iddialar Gülen Cemaati’nin İngilizce yayın
yapan gazetesi Today’s Zaman’da yayımlanınca koptu (Aşağıda
okuyacaksınız). AKP ile Gülen Cemaati arasında neredeyse köprüler
atıldı.
Bu arada, medya acilen bilgilendirme / bilinçlendirme seansına çağrıldı.
Başta Davutoğlu olmak üzere, ilgililer medya yöneticilerine ve köşe
yazarlarına milli meseleyi anlattı. Tabii, verdikleri bilgileri,
ipuçlarını bilmem mümkün değil. Ama, köşelere bakınca, çerçeveyi aşağı
yukarı tahmin etmek mümkün: “Türkiye ile İran bilek güreşi yaparken,
böyle bir işbirliği söz konusu olamaz. Bu, İsrail’in ve / veya ABD’nin
oyunu.”
VELEV Kİ DOĞRU!
Öyle ya da böyle, iddialar hep yalanlandı. Ancak Star yazarı Mustafa
Karaalioğlu ilginç bir çıkış yaptı. Çok özetle “Öyleyse ne olmuş yani!”
dedi.
Karaalioğlu’na göre, Türkiye artık kendi ülkesinde kendi oyun planını
oynayan büyük bir devlet. Geçmişte olduğu gibi, yabancı istihbarat
örgütlerinin topraklarında cirit atmasına izin veremez. İstemediği bir
şeyin yapılmasına göz yummaz.
Karaalioğlu, ayrıca öyle bir Suriye vurgusu yapmış ki, “Acaba kavganın
ardında Suriye meselesi mi var” diye düşünmeden yapamıyorsunuz.
“Uluslararası toplumun Suriye konusunda düştüğü acınası durum bile,
Ankara’nın kendisini garantiye alan bir politika izlemesinin önemini
gösterdi” diyor Star yazarı.
SURİYE SIKINTISI
Bu, Türkiye / ABD / İsrail hattındaki gerilime dair en ciddi kulis notu.
ABD’nin, kimyasal silahları imhaya başlamasından ötürü Esad’ı neredeyse
övmesi... Suriye’nin kuzeyindeki oluşumu terörist diye nitelemesi...
Türkiye’nin de (bizi bombaladıkları için) El Kaidecileri bombalamak
zorunda kalması... Kısacası: Türkiye’nin Suriye meselesinde yapayalnız
bırakılması...
Acaba iktidar “Madem öyle, işte böyle” mi dedi? “Siz bana bunu
yaparsanız ben de sizin canınızı acıtırım” mı demek istedi? Türkiye,
füzeleri ABD’den değil de Çin’den aldığı için mi aralar bozuldu? Yoksa
Ankara-Washington ilişkisi zaten bozulduğu için mi masaya Çin kozunu
sürdük?
Öyle anlaşılıyor ki, Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin Yeni Osmanlı
hayalleriyle çıktığı yolculukta, önce başımıza Suriye derdini ve İslamcı
terör örgütlerini sardık. Şimdi de, savrula savrula bir bilinmeze
gidiyoruz. Haydi hayırlısı!
GÜLEN CEMAATİ İSYANLARDA!
Henüz boyutlarını ve sonuçlarını çok net anlayabildiğimizi sanmıyorum.
Ancak MİT Krizinin son derece ciddi olduğunu düşünüyorum. Uluslararası
alanda yan etkilerini göreceğiz. İçerde de, belli ki Gülen Cemaati ile
AKP arasında daha sıcak bir savaşa tanık olacağız.
Today’s Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş son yazısıyla bunu çok
net ifade etti: “Mevcut hükümetten daha fazla demokrasi ve daha fazla
hak özgürlük konusunda beklentilerimizden dolayı uzun süre okurlarımızı
da yanıltmışız” dedi.
Bülent Keneş, MİT hakkındaki iddiaları yazdıkları için, linç ve karalama
kampanyası ile karşılaştıklarını söylüyor. “Ama yılmayacağız” diyor.
Ahmet Şık, Nedim Şener ve daha nice meslektaşıma yapılanları
unuttuğumuzu zannederek, gazetecilik / etik dersi veriyor:
GAZETECİLERE SALDIRILIYOR-MUŞ!
“Yeni Türkiye’de, evrensel medya etik ilkelerine sadık kalabilmek artık
ciddi bir cesaret konusu olmuş durumda. Şayet bugünün Türkiye’sinde
gazetecilik yapıyorsanız, kamu yararını gözeterek yaptığınız her
haberin, attığınız her başlığın bir bedeli olacağını hesaplamak
zorundasınız. Özellikle; yaptığınız haberler, hükümetin her ne konuda
olursa olsun aldığı pozisyonu gözü kapalı alkışlamıyorsa...”
Bu kadarı da yetmemiş Bülent Keneş’e... Yıllarca uygulanan karanlık /
iğrenç kampanyaların kendilerine nasıl uygulandığını anlatıp yakınmış!
‘AKP’NİN SANAL MİLİSLERİ’
“Türkiye’ye, hükümete ve MİT müsteşarına karşı başlatılan bir
uluslararası komplonun ‘parçası’, ‘işbirlikçisi’, ‘taşeronu’ olmakla ve
hatta ‘vatana ihanet’le suçlandık. AKP’nin kamu bütçesinden ödediği
maaşlarla birer ‘lejyoner’ gibi istihdam ettiği danışmanlar ordusunun
yönetiminde örgütlenen binlerce insan, ben bunlara sanal milis diyorum,
sosyal medyanın her türlü kanalından üzerimize saldırtıldı. Yine aynı
ekipler tarafından kurulan kara propaganda amaçlı internet sitelerinde
hedef haline getirildik. Oysa, konuyla ilgili yaptığımız haberler
herhangi bir gerçek gazetenin yapması gerekenden ne daha fazla, ne da
daha azdı.”
“Kulübe hoş geldiniz” demek gerekiyor belki. Ama diyemeyeceğim. Çünkü
onlara ‘hapse giren, yargılanan, işlerinden olan gazetecilerin
kulübü’nde yer yok!
PEKİ BU TÜRKİYE KİMİN?
Al birini, vur ötekine!.. Doğrusu, AKP de Gülen Cemaati de, yaptıkları
ve yapmaya devam ettikleriyle birbirinden farksız! Ve aynı karanlık
yerdeler...
Yıllardır el ele yarattıkları Yeni Türkiye’den iki örnek bile yeter onlara:
*Silivri Cezaevi’nde kadınların kaldığı blokta, camlar boyanmış. Çünkü,
erkeklerin kaldığı bloktan kadınların koğuşu görünüyormuş. Görünmesin
diye camlar boyanınca, kadın tutuklular artık gün ışığından da mahrum
kalmış.
*Sami Özbil adlı bir genç, iki davadan müebbet hapis cezası almış. Bu
durumda toplam 34 yıl hapis yatması gerekiyormuş. Ama... Ama bu sürenin
1,5 yılını hücrede geçirmek zorundaymış. Bu da şu anlama geliyormuş:
Sami Özbil, 1,5 yıl boyunca bir hücrede tek başına kalacak... Bu süre
boyunca, vasisi dışında kimseyle görüşemeyecek... Mektup yazıp mektup
alamayacak... Günlük gazete okuyamayacak, televizyon izleyip radyo
dinleyemeyecek... Şiir, öykü falan da yazamayacak...
İlk haberi Murat İnceoğlu imzasıyla
Cumhuriyet’te okudum, delirdim! İkincisini Milliyet’te Meriç Tafolar
imzalı haberde okudum, ağladım… Gülen Cemaati hükümete, hükümet de
ABD’ye isyan ediyormuş, öyle mi! Hadi canım siz de!
GİZEM’E SAHİP ÇIKALIM!..
Kuzey Buz Denizi’nde Gazprom’un petrol arama faaliyetlerini protesto
ederken gözaltına alınıp tutuklanan Greenpeace Eylemcisi Gizem Akhan, 29
kişiyle birlikte korsanlıktan yargılanacak. Bu, 15 yıl hapis anlamına
gelebilir. Ne olur Gizem’i yalnız bırakmayalım. Sosyal medya üzerinden
mi, artık nasıl olursa, ne yapabileceğimizi konuşalım. Gizem’e ve
arkadaşlarına sahip çıkalım!..
Yorum Gönder