Demokrasiyi Paketlemek(!) - Tülay Özüerman

Demokrasi mücadelesini halkın vermesine izin verilmeyen bir ülkede ne olur? İktidar kendi anladığı demokrasiyi paketleyip “alın size demokrasi” der…

Demokrasiyi Paketlemek(!) - Tülay Özüerman
Türkiye’de bugün yürütülen anayasa çalışmaları hukuki anlamda batıldır; hukuken yasa yapma yetkisi olan organ, anayasa yaparak yetki genişlemesine gitmiştir ki buna yetki gaspı da denilebilir.

Demokrasi mücadelesini halkın vermesine izin verilmeyen bir ülkede ne olur? İktidar kendi anladığı demokrasiyi paketleyip “alın size demokrasi” der… İşin ironik yanı, aynı iktidar, sayelerinde ileri demokrasiye geçtiğimizi söylüyordu... Demezler mi, hani ilerlemiştin, bu paket neyin nesi?..

Ve bu en ileri demokraside(!) “ben çoğunluğun iradesiyim” diyen hükümet, kendi anayasasını yapmak üzere kolları sıvamış, mevcut anayasanın dışına çıkarak, anayasalı ancak anayasal olmayan fiili bir süreci işletmeye başlamıştır.
Türkiye’de bugün yürütülen anayasa çalışmaları hukuki anlamda batıldır; hukuken yasa yapma yetkisi olan organ, anayasa yaparak yetki genişlemesine gitmiştir -ki buna yetki gaspı da denilebilir.- Asli kuruculuk görevi verilmiş değildir bu iktidara. Bu süreçte yapılacak anayasa halk oy(a)lamasına sunulup kabul edilse bile daha en başından sakat bir işlem olduğu için siyasal anlamda meşruluk kazandırılsa bile hukuken meşru olmayacaktır. Tüm yasaların üzerinde yer alan bir hukuk belgesinin kendisinin hukukiliği tartışmalı ise o belgeden çıkan her kurum tartışmalı olacaktır. 12 Eylül Anayasası yapım sürecini eleştirenlerin, bu sürecin gerisine itildiğimiz günümüz sürecini görmezden gelmeleri de manidardır. Ayrıca; süreci işletenler kadar, dahil olan/edilenler de sorumludurlar bu yanlış gidişten…
Hukukun kıskıvrak bağlandığı, adaletin kamunun vicdanında yaraya dönüştüğü, özgürlük için sokaklara inen genç fidanların yaşamlarından oldukları, demokrasi taleplerinin tutuklulukla zincirlendiği; yasama, yürütme, yargının fiilen tek elde toplaştığı, kamuoyunun sesi, gözü, kulağı olması gereken dördüncü güç medyanın iktidarda birleşen bu üç gücü tutkalladığı bir süreçte demokrasiyi paketleme girişimleri, toplumun bazı kesitlerinin memnun edilerek susturulma çabasından öte değildir.
“Yurttaşların sokaklarda dile getirdiklerine kulak vermek ve özgürlüklerin yolunu açmak yerine; ‘yaşam biçimlerine karışmayacağız’diyerek her geçen gün biraz daha kişisel tercihler alanına kısıtlar getiren ve topluma yasalarla barikat kuran iktidar anlayışı ile demokrasi nasıl var edilebilir?” Ürkütücü olan bu anlayışın yasa olmaktan çıkıp anayasa biçimine dönüştürülecek olmasıdır. Elbette bugünkü meclisin hazırlayacağı anayasa sandıktan çıkan sonuç ne olursa olsun, meşru sayılmayacaktır. Baskılanan toplumsal muhalefetle bağları kopartılmaya çalışılarak parlamento içine sıkıştırılan, operasyonlarla biçim verilmiş siyasal muhalefetin anayasa yapım sürecine dahil edilmiş olması, anayasaya“toplum sözleşmesi” niteliğini vermek bir yana, toplumdan kopukluğun simgesidir. Çünkü partilerin tabanları anayasa yapımına karşıdırlar.
Yasaların özgürlükler için güvence olmak yerine, bireylerin yaşam alanında tercihlerine kısıt getiren baskı aracına dönüştüğü; toplumu tek tipleştirme, farklı inanç ve düşünceleri yakınlaştırıyor gibi asimile etme girişimlerinin yoğunlaştığı, her toplumda doğal olan farklılıkların vurgulanarak karşıtlaştırıldığı, bölünüklük üzerinden yaratılan çoğunlukla topluma tahakküm hakkının üretildiği bu yönetim anlayışını “demokrasi” olarak tanımlayan tek bir kaynak bulamazsınız. Tüm bunlar ancak diktatörlüklerde yaşanır. Demokrasilerde yönetenler koruma ordusu ile gezmeye gerek duymazlar, getirdikleri özgürlükler kendileri için de bir güvencedir. Kendisini korumak, koruyamadıklarından kollanmak anlamına gelir. Yöneticiler, kendileri için değil, yurttaşları için güvence getirmek için vardırlar. Nerede? Demokrasilerde…
Türkiye, demokratik taleplerini dile getiremeyişin patlamasını Gezi olayları ile ortaya koymuş ve hâlâ bu patlamanın artçı sarsıntıları sürerken topluma kulak vermek yerine, iktidar kendi bildiğini dayatmaya çalışırken, demokrasi de paketlene paketlene sepetlenmiş oluyor.
Özgürlük mücadelesinde, bir güzel genç fidanı daha yitirdi Türkiye… Dilimde, ezberimde kalmış bir Ümit Yaşar Oğuzcan şiirinin bazı dizeleri var; elbette süreci endişe ile izleyen herkes gibi içimde derinleşen üzüntü ve giderek kabaran bir öfke ile… Şiirin adı: “Yılgın”… “Besbelli bir giden var sen misin yoksa/ neden bu limanda gemiler ağlamaklı/ kaldırın şu manzarayı gözlerimden/ bu ne çok deniz, bu ne çok martı/ ağaçlar devrilmiş içimde sonbahar/kalan bir tek ağaç kocaman yapraklı/o orman yangınında onu da yakın /bu ne çok yeşil, bu ne çok sarı/ çürüyen bir şeyim şimdi ben, yılgın/ sağır göklere açtım avuçlarımı/kaldırın şu manzarayı gözlerimden bu ne çok insan, bu ne çok tanrı…”
Ağaçlar devriliyor, içimizde sonbahar… Yıkılan ağaçların gölgelerinde siper olan fidanlarımızı yitiriyoruz. Bu hüzün bulutlarının dağılacağı şafak vaktini sabırla bekleyeceğiz… Türkiye yeniden giyecek özgürlük elbisesini… Kara bir delik gibi geçmişimizde kalacak yasa ile yasaklandığı sanılan her şey…
Hep vicdanlı bir kişiye benzetmişimdir tarihi. Ne kadar çarpıtılsa da herkesi hak ettiği yere oturtuyor. “Tarihe baskı ile geçen hiçbir yönetim ve yönetici iyi anılmamıştır. Özgürlüğü getirenlerdir hep minnetle anılanlar. Bu yüzden yılmayacağız.” Geride kalacak bugünler… Çoğunlukçu, tek sesli, baskıcı, bireye, bireyin tercihlerine, katılımcılığa tahammülsüz, tektipçi, giderek koyulaşan gericiliği geride bırakacağız; çoğulculuğu, adaleti, özgürlüğümüzü ve renkleri geri çağırmak için merdivenlerin boyanmasına gerek kalmayacak; merdivenler gri, yaşamımız renkli olacak.
Şairin dediği gibi; “ağaçlar devriliyor içimizde sonbahar…”
“Şimdilik!..”

 Prof. Dr. TÜLAY ÖZÜERMAN

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget