Türkiye Cumhuriyeti ve Fransa başta olmak üzere dünyanın herhangi bir
 yerinde laikliğin, kuramsal ya da uygulama olarak, devlet dini durumuna
 gelmiş olduğunu ancak cehalet ileri sürebilir. Doğal olarak, ülkemizin 
Cumhuriyet ve laiklik karşıtı mürteci tayfası ve tarikat dünyası hariç. 
Öte yandan, kilise, sinagog ve camileri kapatmış olan eski Sovyetler 
Birliği'nin militan tanrısızlığının (ateizminin) laiklikle en küçük bir 
ilişkisi bulunmamakdır. Laiklik anayasaya girmiş olsa bile hiçbir 
kiliseyi, camiyi, sinagogu kapatmaz, kapatamaz. Dinin olmadığı, 
yasaklandığı yerde zaten laikliğe de gereksinim yoktur.
***
Laikliği anayasasına koyan ilk ülke Meksika'dır. Sonra Fransa ve 
Türkiye gelir. Bir de Afrika'ın bazı eski Fransız sömürgesi ülkeleri. 
Başka var mı, bilmiyorum. Avrupa'da Kilise, çağa uyum sağlamak için, 
kendiliğinden kamusal alandan çekilmemiştir. Bu, yasa zoruyla olmuştur. 
Ama bu fiili duruma karşın kilise birçok Avrupa ülkesinde ayrıcalıklara 
sahiptir. Katolik kilisenin egemen olduğu (İtalya, İspanya, Portekiz) 
gibi Protestan ülkelerde de. Zaten epeyce ülkede Protestanlık resmi din 
durumundadır. Ama bu ülkeler günümüz AKP iktidarından çok daha laiktir.
***
Değerli okurlar, laiklik konusunda yazmaktan, ülkenin 
düşünürcülerini, akademisyencilerini, yazarcılarını bu konuda uyarmaktan
 bıktım. Bu adamlarla aramda bir tek fark var: Ben laiklik konusunda 
toplam 600-700 sayfayı bulan üç-beş kitap okudum ama bu efendiler bu 
konuda hepten cahil.
Tanrı sözü (Allah Kelamı) olduğu için değişmez yasa olarak kabul 
edilen din kurallarının toplum ve bireyin beynini ve yüreğini 
taşlaştırdığını kabul etmeden laik olmak mümkün değildir. Böyle bir 
kutsal kurallar toplamının geçerli olduğu toplumda zaten demokrasinin 
"D"si bile hayat bulamaz.
Dinden çıkmanın, din değiştirmenin ölümle ya da başta türlü 
cezalandırıldığı bir toplumda birey özgür olabilir mi? Bireylerin özgür 
olmadığı toplum özgür olabilir mi?
***
Türkiye'de kurtuluş savaşı emperyalizme karşı yapıldı ve kazanıldı. 
Cumhuriyet devrimleri ise, laik düzen kurmak için, her türlü ilerlemenin
 karşısında duran mürteci medreseye ve tufeyli ve cahil ulema sınıfına 
karşı yapıldı. Devrimlerin zulüm olduğunu ileri sürenler, medrese, tekke
 ve zaviyelerin kapatılması, tarikatların yasaklanması ile bütün imtiyaz
 ve çıkarlarını yitirmiş olan zümre ve mütegallibedir.
***
Değerli okurlar Türkiye Cumhuriyeti'nin laikliği büyük bir oranda 
Fransa'ya benzese de temelde ona benzemez. Çünkü Fransa'da, bir ölçüde 
reform geçirmiş Kilise'ye karşı laiklik, Türkiye'de ise 1400 yıldır 
değişmesine, evrilmesine kesinlikle izin verilmeyen İslam dini söz 
konusudur.
İslam dininin kutsal kitabı Kuran'ın vahiy yoluyla indiği ve Allah'ın
 kelamının hiç değişmediği, sadece bir iddiadır. Kuran, Hz.Muhammed'in 
ölümündün yıllarca sonra derlenmiş ve kitaplaşmıştır. Bu süreçte her şey
 mümkündür.
Hadislere gelince: Hangisi "sahih" hangisi değil kavgası yapıldığına 
göre, güvenilirlikleri tartışmalıdır. Herkes kendi çıkarına göre bir 
hadis uydurmuştur.
Şeyhler ve tefsirciler, Kutsal Kitap'ı kendi meşreplerine yorumlamışlar ve en azından 1000 yıldır, yorum yolunu tıkamışlardır.
İşte bu üç nedenden dolayı Musevilik ve Hıristiyanlığın laiklik 
karşısındaki durumu ile İslam'ın konumu aynı değildir. Günümüz 
İslamcıları için Kuran, anayasa ve yasaların dayanağı olan bir hukuk 
(şeriat) sistemidir. Bu nedenle insan yapımı anayasa ve yasalara gerek 
yoktur. İslam dini bireylerin özel alanına ve kamusal alana egemendir.
Cumhuriyet devrimleri, bireylerin özel alanını dinin egemenliğine 
bırakarak kamusal alandaki egemenliğine son vermek amacıyla yapılmıştır.
 Bu nedenle batıdaki uygulamalar ile Türkiye Cumhuriyeti'nin 
uygulamasını karşılaştırmak mümkün değildir.
***
Osmanlı devletinde kamusal alana din egemen olduğu için bireyler 
arasında eşitlik mevcut değildi. Cumhuriyet bu düzeni devraldı. Laik ve 
demokratik düzende bu düzenin devamı mümkün değildi. Bu nedenle 
Cumhuriyet, batıda tarihsel, toplumsal, kültürel ve yasal süreç içinde 
oluşmuş olan Kamusal Alan'ı oluşturmak için Devrim yasaları çıkardı.
Laiklik çevresi surlarla çevrili bir kaledir. Böyle olmak zorundadır.
Özel alan ve alanlar surların dışında kalır. Bu özel dünya halka açık
 bir dünya değildir. Özel alana birçok şey gibi din(ler) de egemen 
olabilir, dinsizlik de.
Ama demokrasi ve laiklik için vazgeçilmez olan eşitliğin sağlanması 
için, kamusal alanın NÖTR (Ne şu, ne bu) olması gerekir. Siyasal İslam 
ve İslamcılar işte bu nötrlüğü kabul etmiyorlar. 1923'ten sonra işte 
bunu kabul etmediler. Uygulamanın demokrasiye falan aykırı olduğunu 
ileri sürdüler. Daha açık söylemek gerekirse: Müslümanların, 
Hıristiyanlarla, Musevilerle, öteki dinlere inanlarla ve ateistlerle 
kamusal alanda eşit olmasını kabul etmediler. Müslümanlar arasında da 
Sünnilerin Alevilerle, Şiilerle eşit olmasını kabul etmediler. Bu 
insanlar o zamanlar demokrasiyi aradıklarını söylüyorlardı, günümüzde de
 demokrasiyi ayrımcı ve ayrılıkçı bir anlayışla paketliyorlar.
***
17 Ekim 2013 tarihli Yurt gazetesinde okudum: Yargıtay, çalışanlara 
Cuma namazı izni vermiş. Özel bir şirkette çalışan bir mühendis 
yıllardır Cuma namazı kılmak için iş yerinden izinsiz ayrılıyormuş. 
İşverenler bu nedenle adamı işten çıkarmış. İş mahkemelik olmuş. Sonunda
 Yargıtay Cuma namazına giden mühendis lehinde karar vermiş.
Bu karar, özel alanın kamusal alana saldırısına yol açmış ve özel 
alanın kamusal alanı istilasına izin vermiştir. Türban serbestliği 
kararı da böyle bir karardı.
Yargıtay, Anayasa'yı çiğnemiştir, onu ilga etmiştir; laiklik ilkesi kurşuna dizilmiştir. (Devam edecek)
 

Yorum Gönder