"Leylim,
Güzel dostum, ölümü-mapusu bir yana bırakalım. Önceden önlenemez bunlar. Nerde incelirse orada kopsun.
Hem seni sevmek, ölümlere, zulümlere panzehirdir.
Nasıl dayanma kudreti verirsin bana bilemezsin.
'Seni anlatabilmek seni-iyi çocuklara, kahramanlara. Seni anlatabilmek seni-namussuza, yaşamaya, kahpe yalana.'
Konstantin Simonov'un bir şiiri var. Savaş içinde, emirle yazılmış
derler. Ama şair adammış doğrusu. Hiç ısmarlamaya benzemiyor. Korkunç.
'BEKLE BENİ-DÖNERİM BEN' diyor. Gerisini çevirmeyi başaramadım. Çok
kaybediyor. Kıyametin solda sıfır kaldığı ana baba günlerinde bir
milletin bütün gençleri bu şiirle katlandılar acıya. İlk o zaman -sakalı
çıkmayan bir bacaksızdım- şair olmanın gerçekten en az sürüsüne bereket
o mareşaller kadar gerekli olduğunu anladım. Sonra anısı bile çıldırtan
şu son yıllar. Sonra karanlığın, alnıma çapraz düşen demir
parmaklıkların, ayak bileklerimi kesen falaka iplerinin, patlamış -cılk
yara- tabanlarımın, tırnak kerpetenleri, hayalarımı, kasıklarımı boğan
AMERİKAN KEMENDİ'nin eşiğinde, yemyeşil bir sabah bahçesi gibi SEN. En
korkuncu, insanın kendi sinirlerinin ihanetidir. Kulaklarım, gözlerim,
hafızam elbirlik etmiş, aldatıyorlardı beni. Çatıda dem çeken
güvercinlerin ve kumruların sesini hep İNSAN İNİLTİSİ diye
yorumluyordum. 131 gün hiç güneş ya da gündüz aydınlığı görmedim. Sade
yalnızlık, sade terör, sade açlık, uykusuz, cigarasız... Bir yüreğim
sağlamdı bir de namus damarım. En sonu çıldırdım. Sonrasını biliyorsun.
SEN GELDİN. Kimselere kendi adıma kinim, nefretim yok. Sade insanoğlunun
niçin bu kadar alçaldığını, , niçin bu kadar budala olduğunu hâlâ
anlayamadığıma yanıyorum. Tesellim, umudum sendeyse bunda benim bir
günahım yok. Senin o benzersiz güzel yüzün -sol yanağın çizikli- bütün
irinli, frengili, içten pazarlıklı, hayın yüzleri unutturur. Onlar
yoktur.
Senin o anlatılması imkansız, dayanılmaz gözlerin, bütün kör, şaşı,
şiş, alçak ve yere bakan gözleri bir kalemde kaldırır atar dünyadan.
Hani geçen gün çektirip attığın çürük diş parçası var ya, işte ona,
kurban etmeyeceğim tek kadın -ister Grace Kelly olsun ister Margarett!-
yoktur... Sabah gözlerimi sana açarım. Akşam uykularımı senden alırım.
Nereye, ne yana dönsem karşımda mutluluğun o harikûlade baş dönmesini
bulurum. Böyleyken gene de şükretmem halime, hergelelik, açgözlülük
eder, seni üzerim. Aklıma gelmez ki seni usandırır, sana gına
getirtirim. Sana dert, sana ağırlık, sana sıkıntı olurum. Nemsin be!
Sevgili, dost, yâr, arkadaş... Hepsi. En çok da en ilk de Leylâsın bana.
Bir umudum, dünya gözüm, dikili ağacımsın. Uçan kuşum, akan suyumsun.
Seni anlatabilmek seni. Ben cehennem çarklarından kurtuldum, üşüyorum
kapama gözlerini..."
H H H
Yukarıdaki satırlar âşık bir adamın 2 Mayıs 1956'da sevdiği kadına yazdığı mektuptan alındı.
Âşık adam, şiirimizin en önemli kalemlerinden Ahmed Arif...
Sevilen, uğruna çileler çekilen kadın, geçenlerde kaybettiğimiz büyük romancı Leylâ Erbil...
Buna benzer onlarca mektup yazmış Ahmed Arif, 'Leylâ'sına...
Platonik bir aşkın, eşsiz bir dostluğun, umudun, acının, isyanın belgesi olan onlarca mektup...
İki usta edebiyatçının, zengin yüreklerini ortaya koyan mektuplar bunlar...
Leylâ Erbil, hayatının son günlerine kadar yayınlanmasına izin vermemiş bu mektupların...
Sonra ise bir anda vermiş kararını ama bu kez de yayınlandığını göremeden göçüp gitmiş...
Sevdayı, mücadeleyi, umudu unutmuşsanız...
Ya da hiç öğrenmemişseniz...
Bu kitabı mutlaka okumanızı öneririm.
LEYLİM LEYLİM
Türü: Mektuplar
Editör: Rûken Kızıler
Yayımcı: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Baskı tarihi: 2013, Eylül
Sayfa sayısı: 208
Fiyatı: 14 lira
İnternet fiyatı: D&R 10,49, İdefix 10,50 lira...
Kişisel not: Çocukluğumun ve gençliğimin şairidir Ahmed Arif... Leyla
Erbil ise belleğimden asla silinmeyecek karakterlerin yaratıcısı... Bu
kitapla Arif'in, Erbil'e aşkını öğrendim... Ne kadar yakıştılar;
bilemezsiniz!
Yorum Gönder