Aslında bu iletileri gönderenlerle aynı görüşteyiz ve hepimiz sorunun sadece adayların seçimlerle belirlenmesi değil, aynı zamanda CHP’de tabandan bir canlanma yaratacak, partiyi büyütecek, iktidar alternatifi haline getirecek hareketlenmeyi gerçekleştirmek olduğunu düşünüyoruz.
Hemen belirtmek isterim, bu konuda bu kadar ısrarcı olmak için illa CHP üyesi veya yandaşı olmak gerekmiyor. Ama şu anda Türkiye’yi demokratik haklar ve laik düzen açısından görece daha iyi bir çizgiye taşımanın tek alternatifi olarak CHP gözüktüğü için, kuruluşa omuz vermek kendi özgürlüğümüz açısından zorunlu gibi geliyor.
Aynı doğrultuda görüş bildiren değerli okurum Ülkü Çelikkanat, ilginç iletisinin bir yerinde aynen şunları yazıyor:“Size bir sır vereyim: Türkiye İş Bankası emekli müdürüyüm. Yıllar önce emekli olduktan sonra hemen CHP’nin Pendik ilçe teşkilatına gittim. Kendilerine nasıl yardımcı olabileceğimi sordum. Aldığım cevap şaşırtıcıydı: ‘Şu anda size verecek bir işimiz yok. Ancak genel başkan İstanbul’a geldiğinde, pankart taşımamıza yardımcı olabilirsiniz.”
Yukarıdaki öykü şaka değil, gerçek. Emekli bir banka müdüründen hiçbir biçimde yararlanmayı düşünmeyen, en sonunda da ona olsa olsa pankart taşıtmayı aklına getiren böylesine kendi içine kapanmış bir partiden ilk beklenebilecek olan, her şeyden önce kendi yapısını değiştirmesidir. Değerli okurumun verdiği örneğe ben de kendi tanık olduğum bir başkasını ekleyeyim:
CHP’nin barajın altında kaldığı seçimin hemen ertesinde, yönetim kadrosundaki değişikliği olumlu bulan, aralarında profesörlerin ve eski baro başkanlarının da bulunduğu yanılmıyorsam sekiz kişi yeni genel başkanın çağrısı üzerine gidip partiye kaydolur.
Aradan zaman geçer, eski genel başkan geri döner, her şeyin eski hamam eski tas olduğunu düşünen yeni üyeler istifa etmek üzere kaydoldukları, daha doğrusu öyle olduğunu sandıkları ilçeye başvururlar, aldıkları yanıt tüyler ürperticidir:
- İstifalarınızı işleme koymamız imkânsız, çünkü henüz üyelik kaydınız yok.
Dilerseniz bir de delegelerle yapılan bir seçim öyküsü:
Yine yıllar önce, bir arkadaşımın daha ziyade Özal sempatizanı tavırları olan annesi nasıl olmuşsa olmuş, bir yolunu bulup, delege ağası tabir edilen bir avukat tarafından kaydedilmiş. Beyoğlu için oy vermekten döndüklerinde bir toplantıdan sonra aramızda şu konuşma geçti:
- Efendim kimlere oy verdiniz?
- Avukat Bey kime dediyse ona, bir de ben de kişisel olarak Aytekin Kotil’i ekledim.
- Aytekin Kotil isabetli bir isim ama tercih sebebiniz neydi?
- O bir ara burada görevliyken Beyoğlu’nu temizlemek için çok uğraştı, biliyorsun sürdüler, ona destek vermek borçtu.
O zaman tüylerim ürpererek anladım ki, anlı şanlı partili, kimi söyledilerse ona oy vermiş, tek tercihinde de Aytekin Kotil ile Saadettin Tantan’ı birbirine karıştırmış.
Yıllar önceye ait bu üç öykünün yansıttığı aksaklıkların bugün de aynı derecede olduğunu söylemek insafsızlık. Ama yenilenme, dinamizm, gençleşme, geniş kitlelere açılma konusundaki zorunluluk bugün de geçerli.
Bunun için “okus pokus” dönemindeki gibi hileli üye kayıtlarına son verecek yeni bir üye kayıt sisteminin oluşması, partinin tabandan tavana yeniden oluşturulması zorunlu.Genç, eğitimli, katılımcı bir kadroyla, liyakata dayalı yükselme sistemine sahip yeni bir oluşum 21. yüzyıl Türkiyesi’nin ihtiyaçlarına cevap verebilir ancak.
Bu bakımdan üye kayıt sistemini geliştirmeden, ki bu konuda bazı adımlar atıldı, partiyi büyük ölçüde dışa açılmaya zorlamadan bir yere varmak mümkün değil.
Adayların seçimle belirlenmesi, bir dizi yenileşmenin içinde bir anlam taşıyacaktır.
Yorum Gönder