Gazeteci Başbakan’dan harçlık ister, alır mı? MİT hakkındaki iddialar ışığında ne yapmalıyız? Bu konu ‘milli mesele’ midir?
Birbiriyle ilgisiz görünebilir. Oysa iki soru da, demokrasimizin ve
medyamızın gelişmişliğini gösteriyor. Dolayısıyla, yanıtlar ‘aynı
kapıya’ çıkıyor; demokrasimizin ataerkil niteliğine.
Prof. Dr. Deniz Kandiyoti, geçenlerde Milliyet’te Mehveş Evin’in
sorularını yanıtlarken, son derece anlamlı ve değerli bir çerçeve çizdi.
Türkiye’de demokrasinin, ataerkil dönemi aşamadığını söyledi. O yüzden
bu topraklarda (askeri ya da sivil) otoriter yönetimlerin rahatça
yeşerdiğini anlattı. Kandiyoti’nin analizi, toplumun neden bir türlü
ergenlikten çıkamadığını da gösteriyor. Otoriter babaların çocukları,
onlara itiraz edemez. Yanında ayak ayak üstüne atmaya da, fikrini
söylemeye de kalkışamaz. Bu yüzden de bir türlü büyüyemez.
Gazetecinin Başbakan’dan harçlık istemesi, iliklerimize işlemiş bu
anlayışın küçük de olsa ilginç bir örneği. “Harçlık babadan /
büyüklerden istenir”. Gerçek maksadımız bu olmasa bile, böyle bir eylem,
otorite ile ilişkimizi sergiler.
MİT BİZİM ‘NEYİMİZ’ OLUR?
Elbette, buraya kadarı daha ziyade meraklısı için not gibiydi. Bazen
zihin kazısının bizi ayrıntı gibi görünen bir konudan nerelere
götürebileceğini anlatan bir örnek, sadece...
Ancak MİT tartışması öyle değil. Hem konu önemli, hem de buna dair
medyadaki tavır. Hükümete yakın (hatta, sevgili Şükrü Yavuz’un
deyişiyle: hükümete hükümetten yakın) kaynaklar, doğal olarak MİT’in
yanında yer aldı. “MİT 10 Mossad ajanını İran’a ihbar etti” iddiasıyla
patlak veren tartışmada Hakan Fidan’ı savundu. Savunmaktan öte, son
zamanların moda sloganıyla; yedirmeyiz dedi.
Burada ilginç olan şuydu: İddiadan daha çok, onları gündeme taşıyanların
Wall Street Journal ve Washington Post gibi iki yabancı gazete olması
konuşuldu. Tartışma da, daha çok bu noktadan yürüdü. ‘Hükümete
hükümetten yakın’ köşe yazarları hep buna vurgu yaptı: “Dış mihraklar
bizi zayıflatmaya çalışıyor. Öyleyse bile n’olmuş yani?.. Biz bağımsız
ülkeyiz, topraklarımızda istediğimizi yaparız... MİT’imizi yedirmeyiz...
Hakan Fidan’ı hiç yedirmeyiz!”
“SONUÇTA BİZİM KURUMUMUZ”
En şaşırtıcı destek ise, aslında şaşırtmayan bir isimden geldi: Taraf’ın
bir süredir AKP karşıtı yazarı Emre Uslu, MİT’i eleştiren, hatta
suçlayan yazılarından örnekler verdi.
Yetmedi, şöyle devam etti: “Bu örnekleri görüp de MİT’i eleştirmeyen
kişi ya kalemini MİT’e satmıştır, ya korkusundan ses çıkaramıyor, ya da
menfaati icabı susuyordur.”
Derken… Yazısının sonunda milli mesele duvarına çarpmış olmalı... Birden tarafını değiştiriverdi:
“Ancak son dönemde uluslararası basında, Hakan Fidan’a yönelik haddi
aşan eleştiriler ve tehditler belirmeye başladı. MİT doğru veya yanlış
yapabilir. Sonuçta bu bizim kurumumuz. Biz eleştirir veya biz
destekleriz. Başka hiçbir ülkeyi ilgilendirmez. Eleştirilerim saklı
kalmak kaydıyla bugün Hakan Fidan’ın yanındayım.”
“Bİ’ŞEY YOK! BABAM VURDU…”
İşte… Tipik bir örnek; Ataerkil düzenin ergen gazetecisi… Türk Silahlı
Kuvvetleri’ni (sahteliği ayyuka çıkmış kağıtlar, CD’lerle) paramparça
ederiz... Telekom gibi kritik bir sektördeki kamu kurumunu yabancılara
satabiliriz... Gezi’de çocukların üzerine, gerçek / plastik mermiler
sıkar, biber gazı fişekleriyle gözlerini çıkartabiliriz.. Bütün bunlar
BİZİM meselemizdir. Ancak BİZ eleştirip kızabiliriz. BİZİM dışımızda,
yabancı medya ya da siyasetçiler eleştiremez. Eleştirirse gürleriz!
Devlet, babamızdır. Dayak atıp gözümüzü morartır, kolumuzu kırar!..
Kızarız, küseriz ama komşu “Bir şey mi var?” diye geldiğinde, “Hayır!”
deyip, kapıyı suratına kapatırız.
MİT Müsteşarı Fidan da, “Milli meselede Hakan Fidan’ın yanında
olmalıyız” diyen Davutoğlu da, hükümete hükümetten yakın köşeciler de
kusura bakmasın.
Artık kadınlar, çocuklar dayağı yiyip oturmuyor. Kadın sığınma evlerine kaçıyor. Polise, savcıya gidiyor.
Her şey bir yana, MİT’in BENİM KURUMUM olması için, öncelikle beni
fişlemekten vazgeçmesi lazım!.. Öte yandan; bizlerin, özellikle
gazetecilerin de, sadece ve sadece kamuoyuna ve gerçeğe karşı sorumlu
olduğumuzu unutmamak lazım. Yoksa, bu ergenlikten (ve ergen
demokrasiden) kurtulmak zor!
AFORİZ-MAN
“Biz de bu ülkeyi yedirmeyiz!”
Sinan ARSLAN
“SIFIR GRUBU NEGATİF KOVA BURCU ARANIYOR”
Sevgili Melih Aşık yazdı. Sordu. Yanıt alamayınca bir kez daha yazdı.
Bir kez daha sordu: Erciyes Üniversitesi gazete ilanıyla makine
mühendisi arıyor. Ancak, kamu kurum ve kuruluşlarının Kök Hücre GMP
Laboratuvarı’nda çalışmış olmak şartı aranıyor. Belli ki torpilli biri
işe alınacak. Adrese teslim ilan veriliyor. Sayın Rektör ne diyor acaba
bu işe?
Rektör, 11 Ekim’den bu yana bir şey diyememiş. Bir de ben sorayım, dedim.
Sayın Rektör, sahiden bu işe ne diyorsunuz? Makine mühendisinin kök
hücre deneyiminden nerede, nasıl yararlanacaksınız? Bu kadar özel bir
özelliğin söz konusu olmadığı durumlarda; adayların burcunu, hobilerini
falan da şart koşacak mısınız?
LCV: Ayşenur Arslan (YURT) veya Melih Aşık (MİLLİYET)
GEZİ PARTİSİ
Şaka değil. 1 Ekim itibariyle siyaset sahnesinde artık bir de
Gezi Partisi var. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın internet
sitesinde duyurusu yapılan partinin Genel Başkanı: Reşit Cem Köksal
(galiba müzisyenmiş). Merkezi: Ankara Fidanlık Mahallesi... Adının kısa
hali GZP... Amblemi de, (internet adresinde oylama ile saptanmış) kök
salmış bir insan figürü...
Partinin şimdiden, sınırlı da olsa ilgiyle karşılandığını
söyleyebiliriz. Ancak bu ilgi daha ziyade, işin esprisini yapmaktan ve
olmaz / olmamalı eksenindeki görüş beyanından ibaret. Benim görebildiğim
kadarıyla; destek sadece (Rabia işaretinden anlaşıldığı kadarıyla)
AKP’lilerden geliyor. İçlerinden en ilginci, Star Gazetesi’nin internet
yazarlarından Hikmet Genç’in şu değerli analizi:
“Aha da, sonunda Gezi Partisi kuruldu. Tam da seçim öncesi, Çapulcular GZP’ye yönelecek, CHP’nin oyları bölünecek.”
Yorum Gönder