“Bir polis devleti ekinlere büyüme emri veremeyeceğini görecektir.”
J. F. Kennedy
Tiran Caligula
Romalı şair Lucius Accius’un “Oderint, dum metuant!” dizesini çok severmiş:
“Nefret etsinler ama yeter ki korksunlar!”
Diktatör teriminin
kökeni eski Romalılara dayanır. Kriz dönemlerinin olağanüstü yetkilerle
donatılmış yöneticileridir. Sözlük anlamıyla bütün siyasi yetkileri kendisinde
toplamış olan kimse demektir diktatör. Bir tek kişi ya da küçük bir grubun
yönettiği hükümetlere diktatörlük denir.
Ansiklopedilerin yazdığına
göre modern diktatörler eski Roma diktatörlerinden çok Eski Yunan tiranlarına
benzerler. Eski Yunan’da siyasal gücü zorla ele geçiren, onu kötüye kullanan
kimselere “tiran” denirdi. Bir diğer anlamı acımasız, gaddar, despot demektir.
Bir ülkeyi zora ve baskıya dayanarak yöneten kimseler tiranla eşanlamlıdır.
Demokratik yöntemlerle iktidara gelenler de demokrasinin olanaklarıyla
donatıldıkları yetkileri istismar ederek diktatörlüğe yönelebilirler. Phil
Stromer “Diktatörlük, kuşkusuz en iyi yönetim biçimidir... Benim diktatör olmam
koşuluyla!” Herbert Hoover, “Bütün diktatörler konuşma özgürlüğü merdiveni ile
güce erişirler. Güç sahibi olur olmaz kendisi dışındaki herkesin konuşma
özgürlüğünü ortadan kaldırırlar.” Stephen Vizinczey, “Diktatörlük bir sürekli
eğitimdir; size duygularınızın, düşüncelerinizin ve isteklerinizin bir öneminin
olmadığını, bir hiç olduğunuzu, sizin yerinize düşünen ve isteyen diğerlerince
söylenen biçimde yaşamak zorunda olduğunuzu öğretir” diyerek diktatörün toplumu
kendi düşünce ve yaklaşımına göre kalıba sokma eğilimini çok güzel vurgular. Jan
Masaryk, “Diktatörler her zaman son on dakikaya kadar iyi görünen
yöneticilerdir” sözüyle bilinçsiz yandaş kalabalıklarını uyarır.
Diktatörlüklerde mutlak güç herhangi bir kısıtlama olmaksızın yönetimi
ellerinde tutanlardadır. Bu yönetim biçiminde yönetilenlerin birçok hakkı
ellerinden alınmıştır. Lider anayasal, yasal, sosyal ya da politik herhangi bir
kısıtlama olmaksızın hükmeder. Kısıtlamalar karşı görüşlerin kamuoyuna
iletilmesiyle sorgulanmaya başlayacağı için ilk engellenen özgürlüklerin başında
düşünme, söyleme ve haber alma özgürlükleri gelir. Diktatörün istemediği
söylenemez ya da kamuoyu gündemine taşınamaz. Yazılı ve görsel basın vahşi
sansürle engellenir ve dolaylı baskılarla kendi kendini sansüre zorlanır. Bu
nedenle demokrasi “sesi çıkmayana mikrofon uzatılan yönetim biçimi” olarak
tanımlanır.
Diktatörler despot politik güçlerini kazanabilmek için
güç ya da hileye, aldatmaya; sürdürebilmek için de korku, sindirme, gözdağı,
tehdit, yıldırma, dehşet, teröre başvururlar. Temel insan haklarını ortadan
kaldırırlar. Kuvvetler ayrılığı sadece yasalardaki biçimsel tanımlar olarak
kalır. Adil yargılama şansı kalmaz, diktatörü sorgulayacak kurumlar yok edilir
ya da işlevsiz, güdümlü kuruluşlar haline getirilir. Kamuoyu desteğinin
sağlanması için kitlesel propaganda tekniklerinden yararlanırlar. Baskılanmış ve
çıkar cenderesine alınmış basın kamuoyu oluşturma sorumluluğunu yerine
getirmez.
Modern çağın olanakları, güçlü kitle iletişim araçları
bir yandan özgürlüklerin savunulmasına yardımcı olabilecek altyapıyı
oluştururken bunların kontrolünü eline geçirenlerin güçlü propaganda teknikleri
ile örtük diktatörlüklerin oluşturulması amacıyla da kullanılabilir. Hatta
özgürlükleri toplumlar da yalancı bir özgürlük algısı yaratılmasına bile
yardımcı olabilirler. Bu nedenle diktatörlüklerin tanımlanmasında biçimsel
yapılanmadan çok özellikle kitlelere ulaşabilme olanağı, adil yargı ve
yargılanma, düşünce özgürlüğü vb ölçütler kullanılmalıdır. Ağ iletişimi baskı ve
korkuya karşı kitlesel bir direnme aracı olarak kullanılabildiği gibi,
görüşlerin ağda aynı görüşü paylaşanlar tarafından birbirine gönderilmesi gerçek
bir iletişim ve kamuoyu oluşturma anlamına gelmeyebilir. Hatta bu gibi küçük
grupların ağ iletişimi, yönlendirmelerle diktatörlük altyapısının
oluşturulmasına olanak sağlayan araçlar haline de getirilebilir.
Bu
tehlikeyi ancak baskı altındaki aydınların muhalefeti güçlendirecek nitelikli
yaratıcılıkları önleyebilir. Kötü amaçlılar aydınları susturmak için baskı,
korku, şantaj vb’nin yanı sıra onların her türlü çaresizliğini de kullanır.
Direnemeyenleri kul köle eder kendilerine. Molla Camii şöyle der: “Anki sıransa
küned rube mizaç,/ihtiyacest ihtiyacest ihtiyaç. (Eyleyen aslanları tilki
mizaç/İhtiyaçtır, ihtiyaçtır, ihtiyaç!)”
Aydınların toplumdan yüz
çevirmeleri, kullandıkları dil ve tutumları ile toplumun çoğunluğuna
seslenememeleri çok büyük bir tehlikedir. Nitekim Keçecizade İzzet Molla şu
dizeleriyle bu durumu çok önceden saptamıştır: “Meşhurdur ki fisk ile olmaz
cihan harap/Eyler onu müdahane-i aliman harap.” (Dünya kötülüklerden
yıkılmaz/onu mahveden âlimlerin ikiyüzlülükleridir).
Batı’da
aydınların baskıya direnişleri adeta refleks haline gelmiştir. Anatole France’ın
“Yasa, o görkemli eşitlik yaklaşımıyla yoksullar gibi zenginlerin de köprü
altında uyumalarını, sokaklarda dilenmelerini ve ekmek çalmalarını
yasaklamıştır” sözü örtük bir anlatım görünümüne bürünmüş, bir savaş ilanıdır.
Kamuoyu bu tip çıkışlarda hemen tavrını alır ve yöneticiler eskiden olduğu kadar
pervasız hareket edemezler. Gelişmekte olan toplumlarda eğitim düzeyi, toplumsal
bilinç eksikliği seçmenleri katı ve sorgulayıcı olmayan yandaşlar haline
getirdiğinden aydınların daha yaratıcı olmalarını gerektirir.
Prof. Dr. ÇAĞATAY GÜLER
Yorum Gönder