O iç karartıcı ve tarihe arka kapısından giren Silivri duruşma
salonunun kapısındaki polis ve tel örgü barikatına dayandığımızda saat sabahın
7’siydi. 05.00’te uyanıp bir
şeyler atıştırdıktan sonra yola koyulup gelmiştik. Yanımda asistanlarım
Öykü, Serdar ve Ayşegül ile
Sanatçılar Girişimi koordinatörlerinden Canan Sezenler
vardı. Ataol Behramoğlu bizden bir süre
sonra gelip içeri girmeyi başaracak, sevgili Tarık Akan, Mehmet
Aksoy ve Rutkay Aziz dışarıda kalıp
destek ve dayanışmaya oradan devam edecekti.13 Aralık, ne yazık ki her zaman
ağır bir göndermeyle hatırlanacak olan Silivri kentinin
“Zulümhane”sinin tarihinde
farklı bir gün oldu. 4 yıldır neredeyse her gün tekrarladığımız
“Silivri’de yüz bin kişilik miting
yapılması lazım” sözleri nihayet yaşama geçebildi.
Sonuçta belki 25, belki 50... Hatta belki 100 bin kişi geldi! Sonuçta yollar geç
de olsa bloke edildi, yine barikatlar kuruldu, yine jandarmasından hâkimine,
polisinden savcısına, kimi yetkililer belirli ölçülerde oraya gelen demokrat
insanları sıkıntıya sokmak için ellerinden geleni yaptılar. Zar zor, ezilme
tehlikeleri yaşayarak alındığımız duruşma salonuna arkadaşlarımızın girişleri,
sanki heyecanla beklenen bir futbol takımının sahaya çıkışı gibiydi.
Balbay, Özkan, Haberal, Başbuğ, Yalçın Küçük, Erkan Göksel, Turan
Özlü, Mehmet Perinçek, Sevgi Erenerol ve onlarca başka isim,
kararlılıkla salona intikal edip halkı ve gazetecileri selamlayarak yıllara
yayılmış dev sıkıntılarına rağmen gülümsemeyle bu güne adım attılar.
“Dışarıda” on binlerin
attığı “Geliyor, geliyor, çılgın Türkler
geliyor/Silivri duvarı yıkılacak/Silivriden çıkanlar iktidar olacak/Ölmek var,
dönmek yok!” sloganlarını duyamamalarına rağmen,
kendileriyle beraber nefes alındığını öğrendiklerinde umut ve gözyaşlarını
içlerine akıttılar. Onlarla uzaktan kucaklaşmak, bağıra çağıra sohbet edebilmek
artık refleksten yapabildiğim şeyler.
“Cezalı” veya rahatsız
oldukları için katılamayan Perinçek, Hilmioğlu, Ersöz, Veli Küçük
gibi isimler dışında herkes oradaydı. Tutuksuz yargılanan
Alemdaroğlu, Mütercimler, Mehmet Ali Çelebi, Vural Vural, İbrahim
Benli gibi sanıklar da hemen önümüzdeydi.Silivri
Mahkemeleri, “hukuk”
kavramının tüm mantığını, etik değerlerini ve evrensel saygı normlarını tersyüz
eden utanılası uygulamalarıyla acı bir şekilde tarihe kaydoldu. Siz, vekillerin
sanıkların yanına oturtulmadığı bir mahkeme düzenini filmlerde bile hiç gördünüz
mü? Peki, müvekkiliyle bir belge alışverişini mübaşir kullanmadan ilk elden
yapamayan bir avukat-sanık ilişkisi duydunuz mu? Seri katillere bile reva
görülmeyen bu uygulamaların mucitleri övünebilirler! İşte bu mahkeme, bu sefer
de henüz avukatların ellerinde olmayan bir “yeni
iddianame” üstünden, hem de avukatlara usul hakkında
bile söz vermeden okuma dayatmaya kalkışınca, doğal
olarak salon disiplini bozuldu ve tepkiler yağmaya başladı. Fırsattan istifade
hâkim izleyici boşaltma kararını uyguladı. Bu arada ısrarla, davaya gecikmeli de
olsa silah-cinayet vs. gibi iddialar da ekleme çabalarının oldubittiyle salonda
okunmasına karşı CHP vekili Süheyl Batum ayağa
kalkarak “Böyle hukuk mu
olur?” diye sert tepki verdi. Mahmut
Tanal, Muharrem İnce ve bir ara jandarma itiş kakışına maruz kalan
Namık Havuçcan, CHP’nin o
gün duruşmaya gelen 32 vekili arasındaydı.Sanıkların
slogan ve tepkilerinden: “Bu dava artık
Leipzig davasının aynısıdır. Bir devleti ele geçirme davasıdır. / Burada hukuk
alfabesinin abece’si uygulanmıyor, kimse
konuşturulmuyor, dinlenmiyor. / Adaletin kıyameti kopmuştur. / Mustafa
Kemal’in askerlerini kimse
yenemez!”
Davayla ilgili durumu şöyle izah edeyim: Bir davada 3-4 tane akıl almaz
falso olsa, onları topluma izah eder, işin altından kalkarsınız. Ama içinde 2
bin 452 tane mantıksız delil, havada kalan gizli tanık bindirmesi, teknolojik
absürd çelişki taşıyan iddialar olduğu zaman, bu düzeltmeleri yapmaya neresinden
başlayacağınızı bilemezsiniz ve olay çamur ırmağına döner. Hiçbir açıdan somut
bulgulara ulaşamayan davaya “silah
ekleme” çabasını endirekt besleyen hareketlenmeler
arasında Muhsin Yazıcıoğlu’ndan
Turgut Özal’a, Adnan
Kahveci’den Bülent
Arınç’a, ortalığa yayılmaya çalışılan
“suikast arayışları”nın ana
nedeni de herhalde sağır sultanın bile artık anladığı
gibi, beyhude çabalarla Ergenekon canavarına kanlı vampir dişi arayışından başka
bir şey değil!
Yorum Gönder