Çağımız diktatörlüklerinde babadan oğula geçen krallıklar, sultanlıklar
yok gibi. Çağımızda diktatörlükler sandıktan çıkarılıyor, halkın çoğunluğu,
iradesi gibi pazarlanıyor. Doğal olarak demokrasinin olmazsa olmaz ilkeleri,
anayasal, yasal düzenleme kriterleri, referandumların içerikleri giderek daha
fazla anlam ve önem kazanıyor. Evrensel insan hakları, hukuk devleti düzeni,
laikliğin ayaklar altına alındığı düzenlerde sandıktan çıkan iktidar, çok yüksek
oy oranları, halkın iradesi, demokratik düzen anlamına hiç mi hiç gelmiyor. Hak
ve özgürlüklerin, bağımsız yargının kısıtlandığı düzenlemeler için yapılan
referandumlardan yüzde yüze yakın oy çıksa da sonuç demokratik hakların
katledilmesi oluyor.
Çok çarpıcı, çok sıcak gündemli örnekleme ile diktatörlüğe başkaldırı
ile Mısır’da diktatoryal yönetimin devrilmiş olması,
bugün Mısır halkını farklı inanç ve kimlikleri ile eşit yaklaşımla kucaklamayan,
daha ağır hak-hukuk ihlalleri sonuçlarını üreten, tek mezhep ağırlıklı, radikal
şeriatçı yapılanmanın önünü açan, daha da diktatoryal bir yönetimin geliyor,
iktidara yerleşiyor olması gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Henüz kesinleşmemiş
referandum sonuçlarının hileli, az farklı cepheleşme sonuçlarının sakıncaları
ayrıntı. İnsan hakları, demokrasi, hukuk devleti
düzeni adına çok sakıncalı, şeriatçı, bağımsız yargıyı
da tehdit eden, evrensel hukuk ihlalleri Mısır halkının geleceği için asıl
tehdit.
Mısır referandumu bağlantılı kamera uzatılan seçmenlerin
Mursi ve Müslüman Kardeşler yandaşı olanlarının, tek
mezhebe dayalı şeriat yorumu ile evrensel insan
hakları, hukuk devleti düzeni, inanç özgürlükleri, laiklik, demokrasi
kriterlerindeki anayasal düzenleme yasaklarından rahatsız olmamaları, varsayalım
ki referandum sonucunda yüzde 90’lara varan oy
çoğunluğuna ulaşsalar da hak ve özgürlükler boyutunda
“Mısır’da demokrasi
katliamı” sonucu doğru değil mi? Söz konusu sandık
oylaması, çoğunluk oyu ile Mısır halkına çok pahalıya patlayacak uzun soluklu,
sonuçları çok ağır yeni bir diktatörlüğün kurulması değil mi? Sahi farklı bir
şeriat yorumu, akımı kaynaklı olsa da İran devrimi ile benzer sonuçlara
ulaşılmadı mı? İran devrimi üzerine oturtulmuş,
mollalar rejiminde bugüne dek ne kadar insanın idam edildiğini, hangi boyutlarda
insan haklarının gasp edildiğinin bile ölçümlenmesi yapılabilmiş
değil.
***
Türkiye Cumhuriyeti, İslam dünyası içinde eksiği-gediği ile daha
demokratik bir rejim içinde cumhuriyet, laiklik, hukuk devleti, anayasal insan
hakları, sosyal devlet düzeni ile ayrışmış, birikimlerini yaratabilmiş tek ülke.
Gerçi biz de askeri-sivil darbe, sandığı çıkarları adına kullanmayı yeğeleyen
siyasi iktidar, derin devlet yapılanmaları ile sabıkalıyız. Yine de askeri
darbelerin bile geçici, olumlu olmayan iktidar icraatlarına karşı
gerekçelendirmek zorunda kalmış, toplumsal iradesi, gelişimi gerçeğine bir türlü
kavuşamamış, evrensel insan hakları, demokrasi, laiklik, hukuk devleti düzeni
hatta bir ucundan sosyal devletten yana olabilmiş bir konumdayız. Bu toplumsal
birikimimiz, refleksimiz sayesinde ne zaman tehdit algılamalarımızdan,
korkularımız, kaygılarımızdan söz etsek, özgürlüklerin tersine hak gasplarını
savunmuş cepheden gelen ses hep “Boşuna korkuyorsunuz,
siyasi polemik yapıyorsunuz, Türkiye İran gibi, diktatörlükle, padişahlık
özentiliği ile yönetilen bir ülke olamaz” yanıtı
gelir.
Mısır’ın bir zamanlar demokraside değil ama
laiklik, gelişmişlikte, çok kültürlü kimliklere tanınan özgürlüklerde üçüncü
dünya liderliğine kadar yükselmiş olduğu, İran’ın çok
köklü bir uygarlığa, toplumsal gelişmişliğe çokkültürlü yapılanmaya inat bağnaz
tek yanlı bir şeriat yorumunda yaşamaya zorlandığı gerçekleri görmezlikten
gelinir. Dünyanın ilk feminist anayasasını yazabilmiş bağımsız
Afganistan’da
Taliban’ın bu çağda en bağnaz
yorumlarının nasıl geçerli olabildiği sorgulanmaz.
Herneyse, Türkiye’ye gelirsek... 80 yıllık
cumhuriyet birikimleri, kazanımlarının bir yana atılabilirliği, somut haklar
gasplarının çarpıcı örnekleri, az kaygı nedeni midir? Hele de evrensel insan
hakları, hukuk devleti, sosyal devlet kriterleri adına, emperyal sistemin ayakta
kalması uğruna verilen ödünler, yaratılan vahim kavram kargaşasında standart
sapmalar değil mi? Gelişmiş ülkelerde bile insana ait tüm değerler, kazanımlarda
yaşanan ağır geri gidişlerde, toplumu afyonlamaya yönelik din ve ırk ayrımcılığı
üzerinden cepheleştirmeler, çatışmalar en etkin araç. Ötekilerin çaresizliğine
duyarsızlık, yoksul güney dünyasında en altta kalmamak için farklı din-mezhep,
ırk ayrımcılığı üzerinden katliamları, iç savaşları üretiyor.
Silivri özelinde bir sıçrama yapalım. Evrensel insan hakları, hukuk
devleti düzenine aykırı uygulama örnekleriyle, özel yargı eliyle,
Türkiye’de darbelere karşı savaşım tuzak olabilir.
Somut suçlu-kanıt-ceza ilişkisinin hesabı sorulur.
Yorum Gönder