Sabahın ayazında saçlarına çiy düşmüş çocuklara
bakarım, gözlerinin içindeki o yalnızlığa, hüzne,
acıya...
Binlerce anayı, babayı, kadını, çocuğu, genci düşünürüm.
Kenan Evren’i yargılıyor gibi yaparak
darbelerle hesaplaşma oyununu sahneye koyanları
izlerim.
Kontrgerilla nerede?
Savcı Doğan Öz’ü
öldürenler, idamla yargılanıp aklananlar!
Maraş gelir aklıma, Çorum,
İzmir İnciraltı öğrenci
yurtları...
O kıyımlar!
Berfo Ana’yı görürüm
düşümde...
Belki Kars’a kar yağıyordur,
Çıldır Gölü buz
tutmuştur...
Yalandan yargılamayla idam edilen Erdal
Eren’in, Veysel
Güney’in eğer yaşasalardı bugün kaç yaşında
olacaklarını hesaplarım.
Veysel Güney’in mezarı nerdedir,
kimse bilmez, aramayı bile akıl edemez...
Devlet budur işte!
Karanlık dehlizlerde katiller saklanır ama
bulunmaz!
***
Hepimizin kırık dökük anıları
vardır, özlemleri, tutkuları,
acıları, hüzünleri...
Kimi zaman canımız yanmıştır,
yüreklerimiz alev alev tutuşmuştur gecenin kör
karanlığında, tam da yıldızların uykuya yattığı
saatlerde.
Kendi yaşamlarımızla, yazmaya cesaret edemediğimiz
öykülerimizle.
Bazılarımızın genç ölümleriyle yarım
kalan!
Ağlayan!
Sızlayan!
Sevgiyi bir yağmurlu günde
kaybeden!
Çocuk ve genç!
Asker ve sivil!
Genç yaşta kara toprağa gömülürken, sevdiklerimiz ölürken...
Ve kuşlar sağanak altındayken, kıyımlardan hesap
sorulmazken...
Neyi, nasıl anlatacaksınız, nasıl
yazacaksınız, söyleyin?
Yargılanır gibi yapılıyor Evren...
Neredeyse 100 yaşına basacak!
Oysa Erdal, 17’sinde
idam edildi.
İster istemez gözlerinizi yumacaksınız bir kez daha... Bir kez daha
düşüneceksiniz uzun uzun.
Bir kış çiçeği boynunu bükmüş, size bakıyor
kimsesizler mezarlığında o kara toprakta
yaşarken.
Ölüleriniz ise yok!
***
Çoğunluğu 20 yıla sığmış bir
hayat...
100 yıla yaklaşmış bir hayata darbeleri sorarken, o
“Uykum geldi, sorunuza yanıt
vermeyeceğim” derken, gerçekten uyuyor mu?
Yargı, siyaset, sen, ben, hepimiz o anda
ne düşünüyoruz?
Hayatı mı, umudu mu, sevgiyi mi,
barışı mı, neyi!
Sınır boylarında nöbet tutan, tuzaklarda canını veren
Mehmetler ne yapıyor?
Yüzde 50’yle iktidara gelenler,
barışı, insanlığı,
demokrasiyi, özgürlüğü savunur gibi yapıp, toplumu
aldatanlar!
Diyelim ki askeri vesayet kalktı!
Diyelim ki darbe olasılığı yok!
Diyelim ki savaş-mavaş yok!
Şu evrensel hukuk, adalette eşitlik,
barış, kardeşlik nerede?
O, derme çatma evlerde yaşayanlar, yoksullar, şehit
aileleri, babasız çocuklar...
Ya Uludere’ye düşen bombalar,
Afyon’daki facia,
Suriye’nin düşürdüğü savaş uçağımız,
iki genç pilotumuz...
Neden ve niçin?
Bu soruları sormaya hakkımız yok mu
bizim?
Hep böyle mi olacak, karanlıktan aydınlığa çıkmayacak
mıyız?
Yalaka gazeteciliğin geçerli olduğu bir süreçte, faili meçhullerin,
kıyımların üzerine gitmeyecek miyiz?
Susup “Bana dokunmayan yılan bin
yaşasın” mı diyeceğiz.
***
Hayatın çiçekleneceğini, umutlarımızın
çoğalacağını beklemekle geçti bunca
yıl...
Bunca yıl darbelerle, acılarla,
hüzünlerle geçti...
Yazılacak kısacık bile olsa öykülerimiz var hepimizin.
Yazamadık, yazamayacağız da...
Yorum Gönder