“Biz sizi çok severdik. Başkan olmadan önce de... Çok da etkin siyaset yapardınız. Ama şimdi yüzde 50’nin üzerinde bir çoğunluk AKP’li. Bizi azınlık ilan ettiler. Belki ben CHP’li değilim ama sizin o aktif siyasetiniz sanki bu sıralar biraz pasife düştü. Ve çoğunluğun görüşü bu şekilde. Size sevgi biraz düştü. Bunun nedeni BDP’ye biraz yakın duruşunuzdan olabilir. Çünkü genel kanı böyle...”
Kılıçdaroğlu kadın işçiye, “Biz hiçbir partiye ne çok yakınız, ne çok uzağız. Bizim politikalarımızı destekleyen parti olursa memnun oluruz“ diye klasik bir siyaset yanıtı vermiş...
Oysa Türkiye kuşatılırken, CHP liderinin Bursa gezisinde ne yaptığı çok önemli değil!.. Ana muhalefet liderinin; çevresini kuşatanlardan çok, bir fabrika işçisinin yalın eleştirisini ve içten uyarısını anlamasında büyük yarar vardır!..
Çünkü o işçi, ne siyaset koltuğu uğruna şakşakçılık yapanlardan ne de elleri kolları her yere uzanan yalakalardan biridir!.. O işçi, siyasetteki çıkmazı görmesine rağmen ellerini kollarını bağlayıp izleyenlerden de değildir!..
Muhalefet sıkıntısı çeken milyonlarca kaygılı yurttaşın içindekini hesapsız kitapsız seslendiren o işçinin tepkisinden ders çıkarmak artık siyasi yeteneğe kalmıştır!..
Sarıgül Amerika’ya niçin gitti?..
Baskıcı siyaset anlayışı ülkeyi her açıdan kilitlemiş... CHP’de, “yeni”leşme iddiasıyla girişilen sözde “değişim” ise örgütleri yılgınlığa itmekten ileri gidememiş...
Tanrıkulu-Aygün, Çakmak-Tunay çemberinde BDP ve cemaatlere zeytin dalı uzatılması, Atatürk’ün kurduğu partiye ne yazık ki ideolojik erozyon yaşatmaya devam ediyor...
35 yıllık etkin bir CHP’linin şu sözleri de yaşananları özetliyor:
“Birbuçuk yıl önce milletvekilliği uğruna CHP’li olanlar, 90 yıllık partiyi değiştirmeye çalışıyorlar! Ancak bunlar tabanı eritmekten ileri gidemiyorlar...”
CHP’nin kurucu ruhuna, kurumsal kimliğine ve ısrarla sahiplenmesi gereken Altıok’una özen gösteren biri olarak benim de tepkim anamuhalefeti tüketmeye çalışanlara...
Ancak yine de asıl konumuz CHP değil, oraya sızmaya çalışanlar...
Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül de CHP’yi yönetmek isteyenlerden!.. Dün İstanbul’daki bir toplantıda konuşurken, CHP’nin eski lideri Deniz Baykal’a taarruz etmiş!.. Hatta, “Beni 4 kez ihraç etti” diye bağırmış...
Sarıgül’ün son aylarda özellikle ABD’deki lobi çalışmaları ve ilişkileri, onun geçmişte CHP’den niçin ısrarla ihraç edilmesinin gerekçelerinden biri midir acaba?..
Çünkü İstanbul’un siyasi kulislerinde, Sarıgül’ün Pensilvanya’ya giderek Fethullah Gülen’le görüşmesi de konuşuluyor.
Kimi aklıeveller diyebilir ki, Pensilvanya’ya gitmek yasak değil!.. Seyahat özgürlüğü açısından doğru da, ya siyasi hedef bakımından?..
Son dönemde ABD’ye iki kez gittiği öne sürülen bir belediye başkanı, Türkiye’yi yönetme konusunda bu kadar iddialıysa üstelik Atatürk’ün kurduğu CHP’nin liderliğine bile oynamaya kalkışıyorsa, bu gezinin gerekçesi toplumun önemli bir kesimi için çok yaşamsaldır...
O halde Sarıgül’e iki soru sormakta yarar var; “ABD’ye gittiğinizde Gülen’le görüştünüz mü?.. Bu ziyaretin ‘asıl’ amacı neydi?”
İkincisi: Bir belediye başkanının; bir ayağı TDH’de diğeri Yaşar Nuri Öztürk‘ün eski partisindeyken, bir kolunu cemaatlere kaptırıp diğer kolunu CHP’nin içine uzatması ne anlama geliyor ki?..
Sevgili Mustafa Sarıgül; aleyhinizde kaynayan kulisler ve yönetmeyi düşlediğiniz CHP’nin kaygılı tabanı yanıtlarınızı merakla bekliyor...
ADD’nin özeti...
İlköğretim ve liselerde kıyafet serbestisi getiren yönetmelik Resmi Gazete’de yayımlandı... Maşallah, Meclis’teki muhalefetten tık yok!..
Yani onlar da, aslında türbanın okullarda tamamen yayılmasına zemin hazırlayacak bu sinsi yönetmeliği içlerine sindirmişler!..
Ama sindiremeyenler de var ve manzaranın fotoğrafını çok net çekiyorlar... ADD Isparta Şube Başkanı Mümtaz Çapçı da onlardan biri... Bakınız Çapçı, serbest kıyafet planının nereye uzanacağını, nasıl özetlemiş:
“Anayasa referandumundan sonra her şey ters yüz olmaya başladı. İran’da da değişim böyle yavaş yavaş, törpülenerek başlamıştı. Egemenlik kesin biçimde mollalara geçince, ‘öteki’ sayılan özgürlükler ortadan kalktı, hatta lanetlendi... Gerçek özümüz, kuruluş felsefemiz ve Cumhuriyetin temel ilkelerine dönülerek mevcut anayasa hükümlerine bağlı kalmaktır. 300 bin öğretmen açıkta... İşsizlik, geçim derdindeki insanlarımız enflasyona yenik düşürülmüş, devletin tüm kurumları özelleştirilmiş. Topraklarımız parça parça yabancıya satılarak bir nevi içeriden işgale uğratılıyorken, bu tür gündemlerle milletimizin uyutulmasına izin verilmeyecektir.”
Hak ve helal!..
Muğla’nın Yalıkavak beldesinde, 73 yaşındaki Osman Dağar yaşamını yitirmiş... Cenazesi camiye getirilmiş... Namazı kılınmadan önce imam her zamanki gibi “Merhumu nasıl bilirdiniz? Hakkınızı helal ediyor musunuz?”diye sormuş...
Bu tür bir soru karşısında, bir gelenekmiş gibi nedense herkes “helal olsun”diye bağırır ya?..
Ancak Yalıkavak’ta öyle olmamış!.. Tahir Bice adlı yurttaş “Ben hakkımı helal etmiyorum“ diye bağırınca, ölenin yakınlarınca tartaklanmış...
Bice’nin iddiasına göre ölen adam, geçimini sağladığı bin tavuğundan 600’ünü zehirlemiş ancak parasını da ödememiş!..
Bice, cenaze töreni sırasında,”Osman Dağar’ın benimle helalleşmeden öldüğünü duyunca zoruma gitti” demiş...
Din alimlerinin bu konuya bir açıklık getirmesi gerekmiyor mu?.. Birinin cenazesinde, cemaatten biri “hakkımı helal etmiyorum” derse tam da orada dini açıdan nasıl bir yaptırım uygulanır acaba?..
Dağar olayında olduğu gibi bir yaptırımı yoksa o soru niçin sorulur?..
Diyeceksiniz ki, kıssadan hissesi nedir bu yazının?.. Bu ülkede milletin hakkını hukukunu gasp eden o kadar çok figür var ki!..
En azından bir açıklama yapılırsa, “helal etmiyorum” diye bağıracak milyonlarca insan dini açıdan haklarını öğrenmiş olurlar!.. Haksız mıyım?..
Yorum Gönder