Basımda olan ‘Din Maskeli Allah Düşmanlığı: ŞİRK’ adlı eserimizde ele alınan tüm konular bağlamında en büyük Kur’an devrimlerinden biri de Hz. Muhammed’in, İslam’ın çekirdek nesli olan iman arkadaşlarıyla ilişkilerinin, bir benzeri görülmemiş düzenlenme şeklidir. Bu düzenlemenin özellikle şirk bağlamında çok dikkatle değerlendirilmesi gerekir.
Kur’an, hiçbir yerinde, ima ile bile olsa, Hz. Muhammed’i geleneksel İslam’ın kullandığı ilahlaştırıcı, toplumdan tecrit edici, farklılaştırıcı ifadelerin hiçbiriyle anmamakta, tanıtmamaktadır. Bu tür ilahlaştırıcı veya ilahlaştırmayı çağrıştırıcı ifade ve tavırları, bizzat Cenabı Peygamber’in çok sert biçimde yasaklayıp kırdığını, anılan eserin muhtelif yerlerinde gösterdik.
Örneğin, ‘Efendimiz’ tabiri. Hz. Peygamber, arkadaşlarının kendisine “Efendimiz” (seyyi-düna) diye hitap etmelerini şiddetle yasaklamış, bu ifadeyi kullananların imanlarının gereğine göre değil de şeytanın keyfine göre konuştuklarını söylemiştir. Onun bu tavrı (sünneti diyelim), Kur’an’ın 10’a yakın ayetinin fiilî tefsiridir.
Evet, Kur’an, Hz. Muhammed’i hitap ettiği ve ahlaklarını ilk elden inşa ederek insanlığa örnek modeller olarak eğittiği muhataplarının efendisi, üstadı, hazreti, yücesi, şefaatçisi vs. olarak anmamaktadır. Onun arkadaşlarıyla münasebetlerinde ona tek sıfatla hitap etmektedir: Arkadaşınız. İniş sırasıyla 7. sure olan Tekvîr’den başlayarak, iniş sırasıyla 113. yani sondan bir önceki sure olan Tevbe’ye kadar.
Kur’an, kendisinin mahbatı (indiği benlik) olan Muhammed Aleyhisselam’ı, hitap ettiği çekirdek neslin sadece ‘arkadaşı’ olarak anmaktadır. Muhammed onların arkadaşıdır, onlar da Muhammed’in arkadaşlarıdır. İki taraf da ‘arkadaş’ sıfatıyla anılmıştır. Muhammed ‘efendi’, onlar ise ‘köle, basit seviyeliler, geri kalmışlar, dilenenler’ vs. diye anılmamıştır. Kur’an’a göre, Muhammed onların efendisi falan değildir, arkadaşıdır. Onlar da Muhammed’in kölesi falan değildir, arkadaşlarıdır.
AYDINLATAN DA ARKADAŞ, AYDINLANAN DA…
Eğiten de arkadaş olarak anılmıştır, eğitilen de, veren de arkadaş olarak anılmıştır alan da, aydınlatan da arkadaş olarak anılmıştır aydınlanan da, yücelten de arkadaş olarak anılmıştır, yücelen de… Bir inkılabın büyüklüğüne, gerçekliğine, insancıllığına, hakka uygunluğuna en büyük kanıtlardan biri de bu değil midir? Okuyalım şu ayetleri ve ürperelim:
“Arkadaşınız bir cin çarpmış değildir. Yemin olsun ki, onu apaçık ufukta gördü.”
(Tekvîr, 22-23)
“Yemin olsun inip çıktığı zaman yıldıza/fışkırıp çıktığı zaman çimene/süzülüp aktığı zaman Ülker Yıldızı'na/aşağı indiği zaman o parçalar halinde ağır ağır gelene ki, arkadaşınız ne saptı ne de azdı. O; kuruntudan, keyfinden konuşmuyor. İndirilmiş bir vahiyden başkası değildir o. Kuvvetleri çok müthiş olan belletip öğretti onu ona.”
(Necm, 5)
“Düşünmediler mi ki, o arkadaşlarında cinnetten eser yok. Apaçık bir uyarıcıdan başkası değildir o.” (A’raf, 184)
“Arkadaşınızda cinnetten eser yok! O, şiddetli bir azap öncesinde sizi uyaran bir kişiden başkası değil.”(Sebe’, 46)
“Eğer siz ona yardım etmezseniz bilin ki, Allah ona zaten yardım etmişti. Hani, küfredenler onu iki kişinin ikincisi olarak yurdundan çıkardıklarında, mağarada bulundukları bir sırada arkadaşına şöyle diyordu: ‘Tasalanma, Allah bizimle!" (Tevbe, 40)
Şimdi biz, İslam dünyasını asırlardır, ‘Efendiler, hazretler, ekâbir, izâm, fiham, üstatlar’ ve daha bilmem neler olarak boyunduruğu altında inleten maskeli putlara, Kur’an’a, imanlarının olup olmadığını sormak zorundayız. Kur’an’a imanları varsa, o imanla, kendilerine
verdirdikleri o unvanları yan yana nasıl tutuyorlar? Ya Kur’an’a imanı ya o unvanları seçeceklerdir. İkisini birden seçerek ‘Kur’an mümini’ olamazlar.
Ne yazık ki tarih bize, onların o unvanları seçtiklerini ve seçmeye devam ettiklerini gösteriyor.
Yorum Gönder