Öncelikle unutmadan, 13 Aralık’ta Silivri’de tutsak dostlar için buluşacağımızı bir hatırlatayım. Orada olmak, doğrudan insanlık görevidir. “İnsan” olan, insanlıktan söz eden, edebilen herkes orada olmalı.
Zırt-pırt “Azınlık” oyunundan söz ediyorum ama, afedersiniz bu oyunu oynamak da “...” istiyor. Oyunun bütünü muhalif bir oyun. Ama yaklaşık 25 dakikalık bir bölümü Silivri’yi anlatıyor. Öyle bir seriyorum ki Silivri gerçeklerini seyircinin gözü önüne; Aa... Uuu... diye hayret nidalarıyla seyrediyorlar olup biteni. Gerçekler, insanların yüzüne bir tokat gibi iniyor. Bölüm sonunda “ne mutlu bana ki, onların sözcüsü oluyorum, dili oluyorum” diyorum; salonda ağlayanlar, isyan edenler, slogan atanlar...
Onları susturduktan sonra devam ediyorum; “neden onların dili oldum, biliyor musunuz?” diyorum, “neden” der gibi bakıyorlar. “Çünkü” diyorum, “kendimi onların yerine koyuyorum. Yarın aynı nedenle hapse girersem, birileri de benim adıma beni anlatsın, benim sesim olsun isterim. Bugün ben onların sesi olmazsam, yarın kimseden benim sesim olmasını talep edemem!”
13 Aralık, hepimiz için son şans. Ya varız, ya yokuz... Başını kuma gömenler, özellikle sanatçı arkadaşlarım, hadi artık gelin yola, kitlelerinizi de getirin, bu sizin vazifeniz...
Bana, “abi, üçü-beşi geçmiyorsunuz, diğer sanatçılar nerede” diye soruyorlar, hatta sizi ismen soruyorlar... Ayın 13’ü bizim için insanlık sınavıdır. Hep beraber başarıyla verelim şu sınavı...
Turnede
Şu sıralar yoğun bir biçimde turnedeyim. Yurtdışı, yurtiçi dolanıp oynuyorum olup biteni, hani ara sıra da yazıyorum. Vali, kaymakam, emniyet amiri, komutan, isteseler de hükümetten çekindikleri için gelemiyorlar oyuna. Salon tıklım tıklım doluyken, ön sıralarda onların boş koltukları çürük diş gibi sırıtıyor. Oyundan sonra genelde Belediye Başkanları bir yere yemeğe götürüyorlar. AKP’ye inat, bol bol Atatürk rakısı içip, memleketi kurtarıyoruz.
Soruyorlar bana; “ne yapmamız lazım? Yapabileceğimiz bir şey var mı?”
Ulusal Kanal izleyeceksiniz. Tabi, gerçeği istiyorsanız; Cumhuriyet, Aydınlık, Sözcü, Yurt okuyacaksınız. Başka yolu yok. Her şeyden önce ülkede ne olup bittiğini bilmek zorundasınız. Bunları çok iyi takip etmediğinizi, oyunumda çıkardığınız hayret nidalarınızdan anlıyorum.
Millet bana CHP’yi şikâyet ediyor, “ne oluyor bunlara” diye bana soruyorlar. Masada bulunan CHP’li dostlar, hele eski CHP’liler kırılmasın diye, fikir beyan etmiyorum. Bir zaman sonra sadece, İşçi Partisi’nde çok mutlu olduğumu, partinin önemini anlatıyorum onlara objektif olarak.
Soruyorlar bana, “İşçi Partisi bu seçimlerde barajı aşabilecek mi?” diye. “Aşma ihtimali varsa gelelim” diyorlar. Diyorum ki, “gelin, neyi bekliyorsunuz? Başka bir “net, somut” Atatürkçü çatı var mı? Varsa söyleyin, ben geleyim...”
Ahmet Altan, Ahmet Hakan ve diğerleri
Ahmet Altan, kısa bir dönem önce başka tarafa dönüktü, şimdilerde bu tarafa dönük. Yani kıbleyi şaşırmış durumda. Eski yazdıklarına mı inanacağız, yenilerine mi? O koca cüssesiyle Mehmet Barlas da dönse bu tarafa...
Şaka yapıyor, diye düşünürsünüz.
Nazlı Ilıcak mesela, soğusa, ya da iyice ısınıp kaynasa, şaşırmaz mıyız? Allah kimseyi, inanılmaz “güvenilmez” kişi yapmasın.
Ahmet Hakan, yakın takibimde. Geçen gün, okullardaki serbest kıyafete bütünüyle katıldığını yazıyordu. Bir öylesin, bir böyle; bir karar ver be Ahmet.
Kenan Evren diyor ki; “Biz sadece solcuları asmadık, bir onlardan bir bunlardan astık. Asmasaydık da beslese miydik?” Yani o hesap, tabi anlayana sivrisinek...
Halil Ergün
Artık iyice dönmüş, Tayyip’çi olmuş maşallah. Doğrusu çok eski arkadaşım Ankara’dan, beraber Deniz Gezmiş’leri Sinan Cemgil’leri, Mahir Çayan’ları saklardık sahnenin altına. Polis baskın yapar, bulamazdı onları.
“Vay be Halil!” Artık hiçbir şeye şaşırmayacağım. Eğer karşılaşırsak ve sen yolunu değiştirip kaçmazsan, suratına tükürmek boynumun borcu olsun...
Tamer Karadağlı
Sana da ne olduğunu anlayamadım doğrusu. Ne demek yahu “AKP’ye oyumu vermiş de olabilirim, vermemiş de”. Eğer döndüysen net ol abi, ben Tayyip’çiyim, de. Hani bir şarkı vardı, Gönül Yazar okurdu; “Allahım günah yazma” daha sonra “biraz yaz, biraz yazma” sonra “ister yaz, ister yazma”. Oğlum madem dönüyorsun, bir an önce dön, yarın ne olacağı belli olmaz. Belli ki Sezen Aksu’yla başlayan dönme modası, daha da süreceğe benziyor. Ne yapalım arkadaş; ölen ölür, kalan sağlar bizimdir.
Tayyip Erdoğan Camisi
Tayyip ustanın evinin yanındaki caminin üzerinden bir uçak geçmiş, vay sen Tayyip Erdoğan’a gözdağı mı veriyorsun, diye hemen alaşağı etmişler adamı. Caminin yanından her kim, ne sebeple geçerse geçsin, atıyorlar içeri, alıyorlar ifadesini. Hatta içerde nezarette kediler, köpekler bile varmış. İfade vereni iyi-kötü salıyorlar; kediler, köpekler bir yere kıpırdayamıyor.
Birinin dikkatini çekmiş, sormuş; “bu kedileri, köpekleri ne zaman salacaksınız?” diye. Görevlinin verdiği yanıt şöyleymiş; “konuşmadan çıkamazlar”.
Neyse; caminin ismini değiştirip Tayyip Erdoğan Camisi yapmışlar.
Yakında birine yer tarif ederken galiba şöyle olacak:
Şimdi arkadaş; Tayyip Erdoğan Caddesi’nden dümdüz gidiyorsun; karşına bir cami çıkıyor, Tayyip Erdoğan Camisi. Sal kendini caminin yanındaki yokuştan aşağı, Tayyip Erdoğan yokuşu orası... Aşağıda sağda bir okul var, eskiden Atatürk Lisesi’ydi, şimdi Tayyip Erdoğan Lisesi oldu; geç onu Tayyip Erdoğan Taksi Durağı var... Hah, tam o durağın arkasındaki Spor Salonu senin aradığın; Tayyip Erdoğan Spor Salonu...
Yorum Gönder