Geçen haftanın gündemini Silivri’de son dönemece girdiği düşünülen Ergenekon davası çevresinde süren tartışmalar belirledi. Yaklaşık yüz bin yurttaş, 13 Aralık Perşembe günü Türkiye’nin dört bir yanından akarak Silivri zindanlarını ve mahkemesi adeta kuşattı. Tablo görkemliydi.
Toplum silkinmiş, büyük oyunu görmüş, kimliğine, kişiliğine, tarihi kazanımlarına, haklarına ve özgürlüklerine yönelen saldırıyı algılamıştı. Mahkeme salonunda sanıklar, dışarıda on binler örneği az görülen bir direniş sergilediler.
Davanın son dönemecine girmesi, bu konudaki tartışmaları da yeniden yükseltti. Büyük yalanın ortaya çıkması ve davanın inandırıcılığının büyük ölçüde yitirilmesi kamuoyundaki saflaşmayı da netleştirip derinleştirdi. Basın ve aydınlar dünyasındaki dengeler büyük ölçüde değişti. Ergenekon soruşturmalarına yönelik entelektüel, siyasal ve toplumsal tepki yükseldi.
Solun ana akımlarını Ergenekon konusunda ikna edemeyen muhafazakâr-liberal gerici blok, her geçen gün hırçınlaşmaya başladı. Aydınlar arasındaki tavır farklılığı, yeni bir döneme girildiğinin göstergesi gibiydi. Gerici faşizan iktidar blokuna çok “demokratik” gerekçelerle eklemlenen liberaller büyük bir kirlenme ve itibar kaybı yaşadı.
***
Şimdi isterseniz kısaca Ergenekon soruşturmalarının tarihsel anlamını anımsayalım. Birçok kez yazdım; Ergenekon soruşturmaları, Amerikancı bir örtülü darbe ile iktidara gelen AKP-Cemaat koalisyonunun, siyasal şiddetle desteklenen rejimi dönüştürme aracından başka bir şey değildir.
Bu davalar ile son Cumhuriyetçi kadrolar ordudan, bürokrasiden ve geleneksel iktidar blokundan tasfiye edildi. Böylece 60 yıla yayılan karşı devrim süreci tamamlandı. Birinci Cumhuriyet tasfiye edildi. Gerici iktidar bloku, siyasal hedeflerine ulaşmasının önünde engel oluşturabilecek kurumları, kadroları, yargı bürokrasisini, toplum önderlerini, aydınları, gazetecileri, askerleri ve politikacıları polis ve adliye zoru da (şiddet) kullanarak etkisizleştirdi.
Dolayısıyla Ergenekon operasyonunun demokratikleşme ve derin devletin tasfiyesiyle uzaktan yakından bir ilgisinin yoktu. Böyle bir ilginin kurulamayacağı çok sayıda maddi ve bilimsel kanıt ve veriyle net biçimde ortaya çıktı. Demokratikleşme iddiası, rejimin gerici dönüşümüne toplumsal bir onay üretmek, liberalleri ve solun bir kesimini yedeklemek için ortaya atılan büyük bir palavradan ibaretti.
Çünkü büyük tarihi boyunca “derin devlet” ya da “Kontrgerilla” ile mücadele eden solun en azından bir bölümünün onayı alınmadan bu gerici-faşizan örtülü darbeye meşruiyet kazandırmaları imkânsızdı. Onlar da bunu yaptı.
Evet, kendi taleplerini ve siyasi programını, emperyalizmin küresel ve bölgesel çıkarları ve hedefleriyle uyumlu hale getiren siyasal gericilik, bu tarihsel fırsatı başarıya kaçırmadı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Başdanışmanı ve Milletvekili Doç. Yalçın Akdoğan, bu nedenle, “İki yüz yıldır ilk kez rejimin daha İslami temellerde dönüşmesi için iç ve dış dinamikler arasında bir örtüşme bulunuyor” diyordu.
Siz emperyalizmle işbirlikçiliğin bu sözler kadar utanç verici bir örneğini gördünüz mü?
Sonuçta olarak, NATO güdümüne giren ve gericilikle işbirliği yaparak sürekli kendi solunu tasfiye eden asker ve sivil Cumhuriyetçi bürokrasi, ilkelerine ve geleneklerine ihanet etmenin bedelini çok ağır şekilde ödeyecekti. Ergenekon davalarının siyasal ve tarihsel anlamı budur.
***
Silivri yargılamalarında son dönemece girilmesinin toplumda yarattığı sarsıntı, en çıplak haliyle aydınlar arasında ve basında yaşandı. Taraf Gazetesi, şu kadere bakın ki, aynı gün dağıldı. Artık görevinin tamamlandığı, işinin bittiği anlaşılıyordu. Ahmet Altan, tıpkı kardeşi Mehmet Altan gibi, kendisine ihtiyaç kalmayınca buruşuk bir peçete gibi bir kenara atıldı.
Polis istihbaratının bülteni gibi çıkan, bünyesinde istihbaratçıları ve CIA ajanlarını çalıştıran ve esas olarak Ergenekon soruşturmasına zemin hazırlamak için yayınlanan (niyetlerden bağımsız olarak nesnel konumu böyle olan) operasyon gazetesi Taraf, bundan sonra ayakta kalır mı bilinmez. Ama eğer yayınlarına devam edecekse, artık Cemaatin değil, yalnızca AKP’nin sözcüsü olacaktır.
Silivri tartışmaları sırasında aydınlar ve sanatçılar arasındaki bölünme de net şekilde ortaya çıktı. Emperyalizmin, siyasal gericiliğin, yükselen yeni muhafazakâr sermayenin çıkarlarını ve politik taleplerini demokratik gerekçelerle savunan dönek ve yandaşlar ile yurtsever ve devrimci aydınlar arasındaki saflaşma çok net şekilde ortaya çıktı.
İnsan bazı aydınların tavrını görünce üzülüyor. Kendi değerlerine ve hayatlarına, küçük olanaklar için ihanet eden kimi aydınlar insana acı veriyor.
Ülkenin yeni efendileriyle, dünyanın yeni sömürgecileriyle ve gericilikle böylesine yüz kızartıcı bir işbirliği yapabilmesi, insanı öfkelendiriyor. Entelektüel haysiyetin ancak bu kadar çiğnenebilmesi kanına dokunuyor…
***
En yakın ve önemli örneği, kararsız biçimde de olsa yeni muhafazakârlık (Neo-Con) yolunda hızla ilerleyen eski solcu yeni liberal Prof. Dr. Murat Belge oluşturuyor.
Belge, Vatan Gazetesi’nde geçen hafta yayımlanan bir söyleşisinde, Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılananları peşinen suçlu ilan etti. Dahası hâlâ bir darbe tehdidinin bulunduğunu da ileri sürerek, “Önce beni öldürürler” diye ekledi.
Ergenekon davasında kritik duruşmaya 48 saat kala böyle konuşmak, bırakın solcu olmayı, evrensel hukuk ilkelerine saygılı olan sıradan ve sağcı bir demokrata bile yakışmayacağı halde, Murat Belge’yi böyle konuşmaya itenin ne olduğunu merak ediyorum.
Ertuğrul Özkök bile önceki gün köşesinde Belge’yi ayıpladı ve “Lütfen çekin artık şu darbe kâbusunu özgür iradelerimizin üzerinden” diye seslendi. Bu utanç Belge’ye yeter mi bilmem ama Özkök haklıydı.
Belge dün Özkök’e yanıt vermiş ve kendisinin, “Yeni Ogün Samastlara hedef gösterildiğini” ileri sürmüş. Çok ucuz bir polemik... Belge’nin çapına hiç yakışmıyor. Demek ki liberal olmak insanı sıkletten de düşürüyor.
Belge, Hrant Dink’i katlettirenlerle aynı saflarda olduğunun bile farkında değil. Eğer Nedim Şener’in ve benim yazdıklarıma göz atsa ve biraz zihinsel çaba gösterseydi durumu kavrayacağından kuşkum yok. Ancak belli ki o bunu istemiyor.
AKP diktasını savunmanın Belge’ye kalması ne kadar acı. Belge Özkök’e yanıt verirken, Erdoğan’ın sivil ve Kenan Evren’den daha yumuşak olduğunu, örneğin gazetecileri kamuoyu önünde eleştirdiğini, Evren’in ise tutukladığını söylüyor. Pes artık! Böyle bir karşılaştırma yapılabilir mi?
Belge’nin ya Erdoğan’ın isteğiyle işten atılan ve uyduruk gerekçelerle tutuklanan gazetecilerden haberi yok ya da onları “terörist” sanıyor.
Ergenekon sanıkları hakkında bir tür ‘demokratik linç’ uygulayan Belge ve onun gibi soldan dönme liberaller, çok “özgürlükçü” gerekçelerle emek düşmanı, gerici ve faşizan AKP iktidarına destek veriyorlar, bunu anladık. Ancak sormak gerekiyor; siz nereden biliyorsunuz Ergenekon sanıklarının suçlu olduğunu? Ya değillerse! Neden yargısız infaz yapıyorsunuz? Değer mi?
Bir gün bu sözlerinizden dolayı utanabileceğiniz hiç mi aklınıza gelmiyor? Bilimsel kuşkuculuğu neden terk ettiniz? Eleştirel aklı niçin bir kenara bıraktınız?
***
Öte yandan, geçen hafta (13 Aralık günü) Silivri’de halkla birlikte Jandarma barikatlarına yüklenen sinema sanatçısı Tarık Akan ise bize aydın ve sanatçı olmanın ne anlama geldiği gösterdi. Aynı ülkede yaşamaktan dolayı gurur duyduk.
Şöhreti, parası, rahatı yerinde olan yetenekli bir oyuncu, Türk sinemasının son jönü, bir sinema starı olan Tarık Akan, şöhretinin tadını çıkaracak ve rahat rahat yaşayacak yerde, çağına, ülkesine ve halkına karşı sorumluluk bilincine sahip bir aydın olarak parladı. Yurt Gazetesi’nin tarihe not düşen dünkü başyazısı bu bakımdan önemliydi.
Yorum Gönder