Ortadoğu’da Sandık Diktatörlüklerine Doğru

Sevgili içerdeki ve dışardaki okurlarım…
ABD’nin pragmatik dış politikası önce, başka ülkelerin iç dinamiklerini kendi çıkarları çizgisinde kullanır…
Bu nedenle, genellikle ülkelerin iç politika dinamiklerini dikkate alır, mecbur kalmadıkça radikal müdahalelerde, örneğin askeri operasyonlarda bulunmaz…
Ama gerektiğinde, ya da gerektiğini düşündüğünde, bu tür müdahalelerden de geri kalmaz.
Elbette ülkelerin iç dinamikleri doğrultusunda ya da bunları radikal biçimde değiştirmek için manipülasyon yaparken, kendi halkına ve dünyaya da yaptıkları konusunda “kabul edilebilir” mesajlar vermek için, “demokrasi” gibi, “insan hakları” gibi evrensel değerleri öne çıkarır…
Bu pragmatik politikanın en belirgin ve çelişkili sonucu, Güney Amerika ve Ortadoğu ülkelerindeki diktatörlerin “belli bir noktaya kadar” desteklenmesi ve bunlara her türlü desteğin, yine “belli bir doyum noktasına kadar” verilmesi olmuştur!
Ama ülkelerin iç dinamikleri açısından bu “belli noktalar” aşıldığında, yani diktatörler artık hem kendi halkları gözünde hem de ABD nezdinde kredilerini tüketmeye başladığında onları harcamakta da tereddüt etmemiştir…
Hemen taraf değiştirmiş, yıpranan diktatörlerin düşürülmesine aktif ya da pasif destekle yardımcı olmuştur.
Güney Amerika’da Noriega, Somoza gibi, Ortadoğu’da Şah Rıza Pehlevi, Mübarek gibi diktatörlerin sonu, böyle örneklerdir.
***
11 Eylül saldırısından sonra, İslam adına yapıldığı iddia edilen terörün küresel niteliği, dünkü yazımda işaret ettiğim İslamın ABD çıkarları çerçevesinde kullanılma stratejisinin yeniden gözden geçirilmesine yol açmıştır.
İran örneğinde, Şah’a karşı olan İslami hareketin Humeyni rejimi ile kendi aleyhine dönüşmüş olması, bu yeni stratejik değerlendirmede ABD’yi daha dikkatli olmaya ve devrilen diktatörlerin yerine gelecekler hakkında önceden tedbir almaya yöneltmiştir.
Bu çerçevede, şimdilik içerde güçlü görünen ve istikrarı koruyan Suudi Arabistan, Kuveyt gibi ülkelerdeki diktatörlerle ittifaklar devam ettirilirken, Mübarek olayında görüldüğü gibi, yıpranan öteki diktatörlüklerde, yine bir ABD icadı olan “Ilımlı İslam” veya “Demokratik İslam” gibi aslında çok tartışmalı kavramlar devreye sokulmuş ve ABD çıkarlarını koruyacaklarına inanılan İslamcı gruplara, bu gruplar nihai olarak diktatörlüklere de yönelseler, destek verilme politikası uygulanmaya başlanmıştır.
Elbette bu çok sorunlu bir politikadır, çünkü hem İslam dünyası kendi içinde yekpare bir bütün değildir, hem de “Ilımlı İslam” denilen ortam “Radikal Siyasal İslam”ı yeşerten tarla olarak işlev görür, üstelik hiç de “demokratik” değildir.
Nitekim, Libya’da, Suriye’de, Tunus’ta görülen istikrarsızlıklar, bu sorunlu politikanın, henüz nasıl sonuçlanacağı bilinmeyen etkileridir.
Dünkü yazımda Mursi’nin hızlı uygulamasında açığa çıkan dört aşamalı yeni diktatörlük modelinden söz etmiştim.
Esas olarak, bir diktatörlükten bir başka diktatörlüğe, “İslam destekli sandık diktatörlüğüne” geçiş olan bu model, ülkelerin kendine özgü özelliklerinden dolayı İran’da farklı, Türkiye’de farklı, Mısır’da farklı işlemektedir; elbette ABD’nin rolü de değişiktir.
Salıya İran, Mısır ve Türkiye modellerine geri döneceğim…
Belki “Silivri Vakası” da bu çerçevede görülebilir.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget