Sevgili arkadaşım, sevgili Meral Okay,
Bu pazar, seninle dertleşme günüm olacaktı…
Senin titiz araştırmandan, yeteneğinden, geceni gündüzüne katıp çalışmandan,
emeğinden kaynaklanan “Muhteşem
Yüzyıl” dizisini, Başbakan yargıya havale ettiğinden
beri, dizinin izlenme oranının nasıl arttığından söz edecektim.
Kurguyla belgesel arasındaki farkı bilmeyenlerin, savcıları imdada
çağırması, yargıçlardan medet umması, ancak ve ancak yargının yozlaştığı,
yargının siyasetin boyunduruğuna girdiği ülkelerde olur…
İnsanın bunu görmemesi, anlamaması için özürlü olması gerek!
Anımsıyorum, Sevgili Meral, son zamanlarında ne çok hırpaladılar seni.
“Milletin değerleri”, “milli
değerler” diye diye aç kurtlar gibi üzerine
saldırtılanlar, ölümünden sonra da boş durmadı…
Dünden anımsadıklarım ve bugün yaşadıklarım birleştiğinde özlemim de
öfkem de büyüyor Sevgili Meral. Şöyle anlatmaya çalışayım:
***
“Milli değerlerimiz” cehaletse,
bilgisizlikse, sanatsal yaratıcılığı yok saymaksa, çağdaş evrensel değerleri
reddetmekse…
Akıl ve bilimin yerine, inancı ve dini yerleştirmek, atılacak her
adımda, dini referans almaksa “milli
değerlerimiz”…
“Milli değerlerimiz” yalan
söylemekse, hırsızlıksa, yargıya müdahale etmekse…
Kadını günah kaynağı ya da meta olarak görüp zorbalığa, sömürüye devam
etmekse... Her gün öldürülen kadınları, çocukları görmezden gelmek; onlar için
parmağını bile kıpırdatmamaksa “milli
değerlerimiz”…
Gücünü göstermek için öfkeye başvurmaksa…
Öfke az geldiğinde, şiddete yer açmaksa…
Şiddeti her daim körüklemekse…
Şiddetten tatmin olmayınca işkenceyi, zulmü sürdürmekse…
“Ya bendensin / ya da düşmansın”
diyerek bölmek, ayırmak, kutuplaştırmaksa…
“Ötekilere” nefret kusup kin
besleyip intikam ateşini yakmak ve yandaşları palazlamaksa…
Okullarda üniformayı kaldırıyoruz, serbestlik getiriyoruz diye kolsuz
giysiyi yasaklamak, taytı yasaklamak, etek boyunu ölçmek, ilkokulda türbanın
yolunu açmaksa…
“İleri demokrasi” diye diye
zindanları, neyle suçlandığını bilmeyen insanlarla doldurmaksa…
Beğenmediği heykeli yıktırmak, beğenmediği diziyi yasaklatmak,
beğenmediği gazeteciyi kovdurmaksa, “milli
değerlerimiz”… Yerin dibine batsın o değerler!
***
Sevgili Meral, dünkü gazetede Bekir
Coşkun’un o muhteşem yazısını okudum, saatlerce
gözyaşlarımı dindiremedim:
“Biz gazeteciler… Gecelerimiz
sizin gecelerinize benzemez… Günlerin marazi,
hastalıklı, acılı, ölümlü, kanlı, azap verici olayları bizim
parçamızdır… Herkes uyurken yastığında, gecelerin
karanlığında birer kâbus olup yapışırlar yakamıza...”
İşte canım arkadaşım, şu yukarıda saydıklarım da geceleri benim yakama
yapışıyor! Bunları görmeyen, fark etmeyenlere de şaşıyorum,
kahroluyorum…
Bekir Coşkun’u dinliyorum:
“Tek derdimiz vardır bizim: Şu yıkım ve ihanet
günlerinde kaderin sırtımıza yüklediği vebalin altında yıkılmadan ayakta durmak
ve bize inanan insanlardan utanmamak…”
İşte Sevgili Meral, hepsi bu… Işık ve
sevgiyle kal.
Yorum Gönder