Biz yazar tayfası erken yatamayız, erken de kalkamayız. Gece yarılarından sonra çalışmaya alışık beynim, geçen perşembe sabahı saat 2’den önce durmadı. Uykusuzluktan metro çıkışını şaşırdım, Cumhuriyet’in önünden 7.30’da kalkan otobüse yetiştiğimde, soluk soluğaydım. Şükran Soner, “Birinci otobüs 6’da kalktı, muhabirleri götürdü…” diye teselli edip, beterin beteri olabileceğini anımsattı. Ali Sirmen, Özlem Yüzak, Orhan Bursalı yerlerini almışlardı. Otobüs doluydu. Kısaca CUMOK diye andığımız okurlarımız, Cumhuriyet’ten başka hiçbir gazeteye yâr olmayan güzel insanlar, simit ikram ettiler, su verdiler.
Elbette özel bir gündü. Hatta gün, bugündü! Silivri’ye çok otobüs, çok insan bekliyorduk, ama bu kadarını beklemiyorduk. Yüzlerce otobüsün kilometrelerce sıralandığı anayolda inen binlerce kişiyle birlikte, hayret verici bir cüretle “Kampüs” (!) levhası asılı infaz kampına doğru son kilometreleri yürüyerek aştık.
Kampüs, üniversite ya da çok dallı eğitim kurumu yerleşkelerine denir. Dünyanın hiçbir ülkesinde ne yargı ne de infaz kavramıyla “kampüs” kelimesi yan yana gelebilir. Gelirse, hayretten öte bir dehşet yaratır.
***
Kuşkusuz böyle bir dehşet salınmak istenmiş ki, Türkçe “yerleşke” sözcüğünü “selamünaleyküm” tınısına uyumlu bulmayan zihniyet; sanki burada adaletin nasıl tutsak alındığını, hukukun nasıl katledildiğini kafalara vura vura öğrettiğini ilanla, “Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü” adını vermiş, Türkiye’nin en büyük hapishanesine…
Ne var ki o gün, o dondurucu soğukta, o tepeleri tırmanan bizler, bırakın Türkiye’nin, dünyanın en büyük hapishanesinin alamayacağı kadar çoktuk!
Türkiye Gençlik Birliği (TGB), bu ülkede verilen demokrasi savaşı ve hukuksuzluğa karşı mücadele gücünü yepyeni bir boyuta taşıdı. Atatürkçü gençlerin üst perdenen sesi ve yaratıcılığı, parlamento kürsüsünden esip gürlemekle muhalefet yaptıklarını sananları da silkeledi. CHP de salt 44 milletvekili ile değil, yüzlerce otobüs dolusu halkıyla oradaydı.
Ergenekon davalarının başından beri eğilip bükülmeyen, en inatçı ve inançlı mücadeleyi veren İşçi Partisi’nin üyeleri, Tuncay Özkan’ın her biri cefa ve vefa örneği fedakâr yandaşları, parlamento içinden ve dışından muhalefet temsilcileriyle ilk kez böylesine iç içe, omuz omuzaydılar.
***
Gençlerin üstüne sıkılan biber gazıyla ben de ilk kez “ileri demokrasi” yaşları döktüm. Ama en çok ne gazın dağıtabildiği, ne de ayazda sıkılan suyun yüreğini soğutabildiği cesur ve onurlu insan kalabalığı karşısında ağladım, sevinçten ve gururdan…
Sevinçten ağladım: Çünkü Türkiye’nin kızgın ve hoyrat erkek gruplarının alışık olduğumuz bir şiddet gösterisini değil; kadının erkek sayısına eşit, gençlerin yaşlılardan çok daha fazla olduğu ve kadınların erkeklerden “aman dokunur” diye korkmadan, erkeklerin kadınlara “mal var yanaşayım” diye bakmadan, omuz omuza, silahsız külahsız birlikte direndiği uygar Türkiye’nin resmini gördüm, o görkemli kalabalıkta.
Gururdan ağladım: Çünkü hakka tapan, haklının gasp edilen hakkını arayan, mağduru savunan, dürüstlüğü güneş görmeyen gölgelerde değil, aydınlık düşüncede bulan, güneşin peşinde giden ve özgürlüğü ve cesareti yücelten insanların arasındaydım.
***
Sevgili Tuncay Özkan! Sevgili Mustafa Balbay! Adını bildiğim ve bilmediğim, sanal suçlarla hüküm giymeden cezası gerçek ortamda infaz edilen, yıllardır tutuklu mağdurlar…
Kiminizin beş, kiminizin dört yıllık tutsaklığınızın bedeli sayılır mı, mahrum bırakıldığınız özgürlüğünüze teselli olur mu, emin değilim, ama bilmenizi isterim: Bu adalet gudubeti, hukuk garabeti Ergenekon ve Balyoz davaları, galiba Türkiye’de bir türlü sağlanamayan birliği sağlamaya yarayacak, ulusalcısını solcusunu demokrasiyle uzlaştıracak sonunda!
Siz içerdesiniz diye çoğalıyoruz biz dışarda. Öyle çoğalıyoruz ki, azaltmaya çalışanlara inat artan sayımıza, kendimiz bile şaşırıyoruz!
‘G’ NOKTASI
Silivri yolunda Ali Sirmen üstadımız elbette bir fıkra patlattı.
Bir Türk, Avusturya Denizcilik Bakanı’na hayretle sormuş: “Sizde deniz yok ki bakanlığı olsun?”
Avusturyalı bakan gülümsemiş: “Sizde de adalet yok, ama bakanlığı var ya!”
Fıkranın aslı, elbette bu değil. Özgün biçiminde, Türk meraklı Avusturya Deniz Bakanı’na, “Sizde deniz yok. Bakanlığınız ne işe yarıyor?” diye soruyor. Bakan da “Sizde deniz var da ne işe yarıyor?” diye yanıtlıyor.
Sanırım Türkiye’de adalet eşittir deniz demek, yanlış sayılmaz. Hele tükenme ve kirlenme oranına bakılırsa…
“Suçluluk, kötülüğün değil, iyiliğin üstlendiği bir duygudur.”
JACQUES LACAN
Yorum Gönder