İSLAM’IN sevgi, hoşgörü ve güzellik kurumu olan tasavvufla, şekil ve
kural yönünü kotaran fıkıh kurumu arasında tartışma ve çekişmeler ilk
günden beri var olagelmiştir. Ancak, şunu, gerçeğe saygının vicdan borcu
olarak hemen belirtmeliyiz ki, bu iki kurumun temsilcileri arasındaki
çekişmeler, politikanın iğrenç parmağı girmediği sürece, hep akademik ve
bilimsel kalmıştır. Çekişmenin bu evresinde ne kan dökülmüş, hatta ne
de can yakılmıştır.
Politikanın katranlı ve çıkarcı elleri dini âlet ederek bu çekişmeleri
sömürdüğü andadır ki canlar yanmış, başlar uçmuştur. Ve ne yazık ki,
insanlığın en değerli evlatlarından birçoğu, kanla susturulmuştur:
Hallâclar, Aynulkudatlar, Nesîmiler, Bedrettinler, Hamza Bâliler, Molla
Lütfiler yok edilmiştir.
Şekil ve kural kurumuyla ruh ve sonsuzluk kurumu arasındaki çekişmeler,
genelde, iki noktada düğümlenir: Birincisi, şekil mi önemli, niyet mi;
ikincisi, din adına yalnız secde edenleri mi sevelim, yoksa bütün
insanlığı mı? İki kelimeyle ifade edersek kavga, kalıp ve öz kavgasıdır.
Öz adına uğraş veren tasavvuf, İslam tarihine, ikincisi olmayan bir
sonsuzluk edebiyatı bırakmıştır.
Fransız düşünürü Louis Gardet’nin ifadesiyle, tasavvufun bıraktığı bu büyük mirasın yalnız
İslam’ın değil, bütün insanlığın kıvanç unsurlarından biri olduğunu
söyleyebiliriz. Bugün dünya kütüphanelerindeki İslamî el yazması
eserlerin % 80’e yakını doğrudan veya dolaylı, tasavvufun
ürünü olarak görülüyor. Bu demektir ki, tarihsel Müslüman kamu vicdanı, oyunu, tasavvuf lehine kullanmıştır.
Şekilcilerle özcülerin en önemli tartışma konularından biri de gerçek
hac-sembolik hac ayrımında kristalleşir. Sûfîlere göre, Kur’an ve
hadisler gereğince incelendiğinde görülür ki, İslam’daki haccın Kâbe’de
icra edileni semboliktir. Gerçek hac, insan kalbi etrafında yapılabilir.
Onlara göre, Beytullah (Allah’ın evi) insanın kalbidir. Mekke’deki
Beytullah bu gerçek Beytullah’ın bir sembolüdür. Ve bunun içindir ki,
Kâbe etrafında yapılan tavaf, bir başka deyimle Mekke’de yapılan hac,
esas Beytullah olan insan kalbi çevresinde yapılan hacdan sonra olursa
anlam ifade edebilir. Gerçek Beytullah harabe iken sembol Beytullah’ı
tavaf etmek anlamsızdır.
Mevlana Celaleddin, “Kâbe, Âzer oğlu İbrahim’in yaptığı bir binadır,
insanın gönlü ise Yaratıcı’nın vücut verdiği gerçek Beytullah’tır”
diyor. Hemen bütün Sûfîler tarafından tekrar edilen bu düşünce Hz.
Peygamber’in şu sözüne dayandırılmaktadır: “Şu gördüğünüz Kâbe ve
çevresi kutsaldır, saygıdeğerdir, fakat sizin haklarınız, kanlarınız,
kişilik ve onurunuz ondan daha saygıdeğerdir.”
GÖNÜL KÂBESİ HARABE İSE…
İSLAM mistikleri insanın mutluluk ve sevincini gerçek Beytullah’ın
kutsanması olarak görmüşler, bu yapılmadan Mekke’deki Beytullah’ı
süsleme ve ziyaretin anlamsız olduğunu öne sürmüşlerdir. İslam’ın şehit
velisi Hallâc’ın idamına hükmedenler onun ‘zındıklıkları’ arasında şunu
da sayıyorlardı: “Gönül Kâbesinin harabe olduğu bir dünyada sembolik
Kâbe’yi ziyaret için para harcamak İslam’ın ruhuna ters düşmektir.”
Sûfîler bu düşüncelerini tarih içinde ilginç bir şekilde uygulamaya
koydular. Tasavvuf literatüründe, müritlerine hac paralarını çevredeki
yoksul ve kimsesizlere verdirip onlara “En üstün haccı, işte şimdi
yaptınız” diyen tasavvuf büyüklerine ilişkin anekdotlar az değildir.
Kur’an; insanı, Yaratıcı’nın yeryüzündeki temsilcisi ve en yüce emanetin
taşıyıcısı sayar. Ona göre, bütün varlıklar insanın emrine ve hizmetine
verilmiştir. İnsan, evrenin hâkimi ve efendisi olmak için
yaratılmıştır. Böyle bir mesaja dayanarak söz söyleyenlerin, günümüz
insanına verecekleri, eski dünyaya verdiklerinden çok daha fazla
olacaktır.
İnsanın mutsuz ve perişan olduğu bir dünyada hiçbir haccın, hatta hiçbir ibadetin anlamı olmadığını
savunanların hatıraları önünde, insanlık adına eğilmeyi onur biliriz.
Yorum Gönder