Sevgili,
Sürpriz tek başına kullanıldığında, “insanı şaşırtan, ama sevindiren olay” demek. Eğer üzüntü veren bir durumla karşı karşıya isek, özellikle “tatsız sürpriz” diye vurgulamak âdet olmuştur.
Ama son zamanlarda nedense sürpriz hoş olduğunda, vurgulamam gerekiyor, yaşımdan mı, yoksa Türkiye’nin içinde bulunduğu durumdan mı bilmiyorum artık.
Hoş sürprizi perşembe günü Tepebaşı’ndaki Pera Müzesi’nde Serkan Koç’un senaryosunu yazdığı ve yönettiği ‘Van Gogh Sarısı’ adlı filmin gösterisinde yaşadım.
Yetmiş dakikalık yapıtın gösteriminden önce, verilen kokteylde eski dostlara rastlamak hoş bir sürprizdi.
Gecenin en güler yüzlü, etrafa yaşama sevinci saçan kişilerinden biri, belki de birincisi ise daha gündüz gittiği Silivri’den ayağının tozuyla davete katılan Şule Perinçek’ti.
Perinçekler, baba oğul (Doğu ve Mehmet) Silivri mapus damında, ana ve eş (Şule Hanım) Silivri yollarında dört yıldır çile dolduruyorlar.
Kocasının ve oğlunun dışarıdaki gözü kulağı, eli ayağı ve temsilcileri olan Şule Perinçek’i görünce perşembe akşamı, duruşmalarla ilgili haberleri okurken edindiğim izlenim pekişti: Perinçekler teslim olmamışlardı.
Teslim olmayanlar da yenilmezler.
***
Van Gogh Sarısı’nın gösteriminin kendisi başka bir hoş sürpriz oldu, Mine ile birlikte hem bu beklediğimizden de çok daha güzel filmden, hem de sonrasındaki tartışmadan müthiş keyif aldık.
Aslında olay işadamı, namuslu bir aydın (Ergenekon davasına dahil edilmiş olması bu yanını kanıtlamaya yeter sanırım) olan İbrahim Benli’nin girişimiyle 11 seçkin sanatçı (A.Onay
Akbaş, Özdemir Altan, Tomur Atagök, Bedri Baykam, İbrahim Çiftçioğlu,
Adem Genç, Ekrem Kahraman, Bünyamin Özgültekin, Barış Sarıbaş ve Utku Varlık) bir kısım da gazeteci, yazar, sanat tarihçisi ve aydının katılımıyla oluşan 25 kişilik bir heyetin, İbrahim Benli’nin sponsorluğunda 9 - 16 Haziran 2008 tarihleri arasında, Vincent van Gogh’un Fransa’da yaşadığı yerlerde, onun ve modernizmin peşine düşmelerinin öyküsü.
Projenin bir bölümüne ucundan da olsa bulaşma olanağını buldum.
Tartışmalar, sanatçıların çalışmaları, daha sonra Mustafa Kemal Kültür
Merkezi Beşiktaş Çağdaş’taki
sergiye katılan sanatçıların izlenimleri ve Van Gogh ile çağdaşlık
konusundaki yorumlarını yansıtan yapıtların özgünlüğü son derecede
çarpıcıydı.
Perşembe akşamki enfes filmin bir şaşırtıcı olayı da seyahatin katıldığım bölümünde orada olmayan Utku Varlık oldu.
Bir yapıtı evimizin duvarında olan Utku Varlık, benim bildiğim
yıllarda gencecik bir adam, çiçeği burnunda bir ressamdı, filmdeki
görüntüler ise yıllanmış, orta yaşlı bir sanatçıya aitti.
Şaşkınlığıma güldüm ve kendi kendime söylendim:
- Ne sanıyordun ki şaşkın oğlum! Zaman senin için de bildiklerin için de durmuyor...
***
“Vincent van Gogh’un Peşinde” araştıran, tartışan, sorgulayan, üreten ve yeni ufuklar açan bir çalışma olması bakımından heyecan vericiydi, belgeseli de öyle.
Projenin benim de katıldığım Auvers sur Oise ve Barbizon bölümünde, Vincent Van Gogh’un çok etkilendiği ressam Jean François Millet’nin, orijinalini Paris’teki Orsay Müzesi’nde gördüğüm 1857 - 1859 yapımı Angelus tablosuna sahne olan tarlayı da gördük.
Aradan 150 yıl geçmiş olmasına rağmen, orası olduğu gibi (150 yıl önce patates ekiliyormuş, şimdi ise bezelye) duruyordu.
Filmin sonundaki tartışmada A. Onay Akbaş bu gerçeği vurguladı ve Türkiye’de belleklerimizin de nasıl hoyrat bir yağmaya kurban edildiğine dikkati çekti.
Bu arada projenin sponsoru işadamı İbrahim
Benli de tekstil ihracatçılığını bırakıp, sanat endüstrisine geçmiş,
özel müzelerle iş yapmakta. Adından söz edildiğini işiteceksin sanırım.
İşte sana hoş sürprizlerle dolu bir gecenin öyküsü.
Yorum Gönder