SİLİVRİ- Alaca karanlıkta Silivri’ye doğru yola
çıkarken aklımda tek bir sözcük vardı; dört duvar arasında özlemi
çekilen “özgürlük...” İnsanın tüm bedeni tutsak olsa da, dillerde en
kolay çığlık atan sözcüktür “özgürlük...”
Vatan ve ulus açısından
kaygılarımız olsa da, bizler özgürdük yollarda... Kalemimize kelepçe
vurulmak istense de, yüreğimizdeki umutla özgürdük...
Peki ya içeridekiler?.. Peki ya “terörist” damgası vurulan vatanseverler?..
İşte
onların duruşmalarını izlemek, adaletin tecellisini görmek için
düşmüştük yollara... Sabahın karanlığında çıktığımız yol, özgürlük
bekleyenlerin yoluydu... Buz gibi havada, sımsıcak bir yol... Umudun,
yüreklerdeki ateşi ısıttığı bir uzun yol!..
Otomobilin camında,
tenimizle kavga eden soğuğun hüzünlü izleri olsa da; güneş, umudumuzu
ısıtacak bir ışık gibi imdadımıza yetişiyor... Güneş bu, adı üstünde
aydınlık... Güneş bu, ne de olsa taşıdığı aydınlıkla kocaman bir umut...
Silivri
Cezaevi’nin yakınlarına ulaştığımızda ise yüzlerce aracın otoyolda uzun
bir konvoy oluşturduğunu görüyoruz... Yüzlerce bembeyaz otobüs ise ten
yakan bir soğuğun bağrında; uçsuz bucaksız yeşil tarlaların kenarına bir
umut zincirinin halkaları gibi dizilmiş...
Onlar işte umudu
getirmişler... Sımsıcak yürekleri Silivri’ye ulaştırmışlar... Duyarlı,
dirençli; yüreklerinde özgürlük besleyen cumhuriyetin evlatlarını
taşımışlar... Ankara’dan, İzmir’den, Adana’dan, Mersin’den,
Bandırma’dan, Trabzon’dan gelmişler... Vatanseverlere kucak açanları,
vatanın her köşesinden getirmişler...
Silivri’de bir müthiş çadır!..
Silivri’deki mahpusluk yerleşkesinin çevresinde iki yapı dikkat
çekiyor... Biri lojmanların hemen önüne inşa edilen devasa bir cami...
Hemen karşısında ise derme çatma bir çadır ile çevresindeki küçük
kulübeler...
Çevrede bırakın bir sosyal tesisi, insanların su alacağı
bir büfe, ihtiyaçlarını giderecekleri bir tuvalet bile yok!.. Silivri
demokrasisi bu olsa gerek!..
Yüzlerce insan işte caminin karşısındaki
o ünlü çadırda birbirine yaslanarak, başlarını birbirinin omzuna
koyarak ısınmaya çalışıyor... Çadırlara giderken sağ tarafta duran
Atatürk büstünün kaidesinde şunlar yazıyor:
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır...”
Büstün
karşısında ise küçük bir alanda anı ormanı düzenlenmiş... Bir çam
fidanının üzerindeki küçük pirinç tabelada “Atatürk” yazıyor...
Bir umut çadırı o... Girişinde kırmızı zeminde, kocaman beyaz harflerle yazılmış bir yazı da duruyor:
“Özel görevli mahkemeler kapatılsın, yurtseverler serbest bırakılsın.”
İmece
yoluyla ayakta tutulan o çadıra girenler ellerindeki poşetleri
görevlilere teslim ediyorlar... İçinde çay, şeker, su, pasta ve börek
olan poşetler...
Silivri duruşmalarını izlemek için gelenlerin nefes
aldığı o çadır yalnızca bir barınma, toplanma ve ısınma yeri değil, en
önemlisi Hıdır Hokka ve arkadaşlarının inatla yaşattığı bir
dayanışma merkezi...
Kimi ararsanız işte o çadırın içinde ya da
çevresinde... Sanatçısı, gazetecisi, yazarı, çizeri ve özgürlükleri
kısıtlanmış aydınların, siyasilerin, askerlerin anaları, babaları,
eşleri, evlatları... Ve bu satırları yazarken yanı başımda Oktay
Yıldırım’ın umutla ve hüzünle bekleyen anne ve babası...
Çatlak avuçta gözyaşı!..
Silivri’deki dünkü duruşmaya on binlerce insan gelmişti... Yollar
tıklım tıklım, cezaevinin çevresi hıncahınç insan doluydu... Seyyar
satıcılar bölgeyi panayır yerine çevirmişti...
Binlerce insanın
ellerinde Türk Bayrakları ve Atatürk posterlerinin olması, Silivri
tepkisinin ve direncinin merkezinde hangi duyarlılığın olduğunu
anlatmaya yetiyordu...
Bir grup CHP milletvekili de Silivri’deydi...
Kalabalığın arasından Dilek Akagün Yılmaz ve Refik Eryılmaz ile CHP’nin
İzmir İl Başkanı Ali Engin ile ayaküstü sohbet edebildik... Bazı
milletvekillerini ise uzaktan görebildik...
İşçi Partisi’nin Genel
Başkanvekili Hasan Basri Özbey, kalabalığın coşkusundan mutluydu...
Kalabalık arasında CHP, İşçi Partisi, Halkın Kurtuluşu Partisi,
Eğitim-İş, TGB ve ADD’nin flamaları dikkat çekiyordu... TGB Genel
Başkanı İlker Yücel’in konuşması kitleleri heyecanlandırıyordu...
Duruşma
salonuna girmek ise neredeyse olanaksızdı. Binlerce insan, askerlerin
oluşturduğu bariyeri zorlayıp durdu. Askerlerin sıktığı biber gazı bile
slogan atan kitleyi dağıtmaya yetmedi...
Bazı milletvekilleri,
gazeteciler ve avukatlar da salona girememişti... Tarık Akan, Rutkay
Aziz ve Bülent Kayabaş gibi duyarlı sanatçılar da gazdan etkilenmemek
için çaba harcıyordu... Onlar yandaş televizyonlardaki rantın yerine
Silivri’de gaz yemeyi tercih etmişlerdi!..
Çember sakalıyla herkesin
dikkatini çeken yaşlı bir amca da duruşma salonunun kapısına kadar
gelebilmişti. Tokat’tan geldiğini belirten Abdülaziz Özbakır adlı o
yaşlı adam, “Bir yakınınız mı tutuklu” sorusuna aynen şu verdi:
“Yakınım,
akrabam yok içeride... Vatanseverlerim var içeride... Tokat’tan gece
bindim otobüse, onları görmek için geldim buraya...”
Sözlerini tamamlayamıyor yaşlı adam... Ağıt boğazına yapışıyor, çatlamış avuçlarıyla gözyaşlarını siliyor...
Direnci büyüten gün...
Sabahın erken saatlerinden itibaren duruşma salonunun önü ve
çevresinde yurttaşların tepkilerini, umutlarını gözlemlemeye çalışırken
şu gerçek tüm çıplaklığıyla sözbirliği etmişti; “Bu davalar siyasi
davalar... Çünkü içeridekiler cumhuriyeti seven, savunan insanlar...”
Ancak
Silivri’de tüm gün süren temaslarımda şunu da net biçimde görebildim;
5.5 yıldır süren bu davada yurttaşların sabrı artık tükenmek üzere...
Silivri
çadırının çevresindeki plastik sandalyelerde, kaldırım kenarlarında,
arabalarının içinde gün boyu umutlu bekleyen insanlar, her an duruşma
salonundan umut verici bir haberin gelmesine odaklanmışlardı...
Avukatların
salona alınmaması, duruşmaya ara verilmesi, bazı dosyaların Ergenekon
davasıyla birleştirileceği şeklinde duyumlar, insanları öfkelendirmekten
öteye gidemedi...
Umut dün de ne yazık ki Silivri’nin kapısında kaldı, özgürlüğün duvarların ötesinde kalması gibi...
Olsun,
on binlerce insanın soğuk havanın sıcak yollarında oraya kadar gelmesi
bile direncin büyüdüğünü göstermeye yetiyordu... Söyler misiniz; direnç
değil midir ki umudu besleyen, eninde sonunda özgürlüğü kucaklayan?..
Yorum Gönder