Uçurum - Hikmet Çetinkaya

Kırık bir dal, bir parça mavi, vadilerin yalnızlığı, umut, sevgi, aşk, kardeşlik...
O benim çok sevdiğim serçe sağanakları, kır çiçeklerinin isyanı.
HES’ler, çokuluslu altın avcıları, talan edilen dağlar, ovalar, ormanlar...
Buzlar üzerinden yıldızlara ulaşmak, kör karanlığın içinde dolaşmak.
Kadına şiddet!
Eğer devlet kadını koruyamıyorsa, onu katillere teslim ediyorsa siz istediğiniz kadar yasa çıkarın.
Sonuç?
Yine ölüm!
Van’da görev yapan öğretmen Gülşah Aktürk, 27 yaşındaydı...
Sevgilisi vardı...
Van Kültür ve Turizm Bölge Müdürlüğü’nde memur olarak çalışan Hakan B’yle birlikteydi.
***
Bir yıl önce ayrıldılar.
Eski sevgilisi, Gülşah öğretmeni ölümle tehdit etmeye başladı.
Gülşah öğretmen korunma istemiyle yetkililere başvurup izin aldı ve Konya’ya ailesinin yanına gitti.
Eski sevgili boş durmadı.
O da izin alıp Konya’ya gidip Gülşah öğretmeni aradı, son kez konuşmak istediğini söyledi.
Genç öğretmen “Hayır” yanıtı verdi. Terk edilen sevgili peşini bırakmadı. Akşam saatlerinde yolda karşılaştılar ve yalvardı:
“Ne olur beni terk etme!”
Gülşah Öğretmen “Hayır” dedi, genç adam üsteledi:
“Yalvarıyorum sana!”
Sonra silahını çekip delik deşik edip öldürdü...
Katilin poliste ilk ifadesi şu oldu:
“Çok seviyordum, öldürdüm!”
***
Toplum olarak ölümlere alıştık, pek aldırmıyoruz... Issızlığa doğru açılmayı, hayatın renklerini hiç mi hiç sevmiyoruz...
O gölgeli yarı geceleri, sınır boylarını, ölümleri, bombalı tuzakları, baskınları konuşmuyoruz.
Yağma düzeninin, sahtekârlığın, soygunun fitilini ateşleyenleri baş tacı ediyoruz.
Güneşin toprakları yıkadığı son mutlu can, daha doğrusu dağda ölünecek o köy, daha doğrusu yanan sevda ateşi sadece Yves Bonnefoy’un dizelerinde ve sesinde yankılanıyor evrene.
Belleklerimizden daha güçlü bir rüzgâr söz konusu olmuyor nedense...
Bekliyoruz kanla lekelenmesini beyaz camın.
Vızıldayan kurşunların delip geçmesini.
Öylesine yorgunuz, öylesine vurdumduymaz.
Töre diyoruz, namus diyoruz, terör diyoruz...
Ölümlere gönderiyoruz çocuklarımızı.
***
Sessiz kollar karşılıyor bizi, başka bir kıyının ağaçları uykuya daldığı saatlerde.
Beklenen bir korku bir çığlıkta parçalanırken, bir tuhaf müzik ellerde dizlerde başlarken, dışarıda yağmur yağıyor.
Üşüyorsun belki sen o sırada...
Bir tutam umut arıyorsun hayatın içinde...
Bir haykırış duyuyorum...
Son dakika haberleri...
Salonun penceresini açıyorum. Gök simsiyah. Sevdam koparıyor beni gençlik yıllarımdan.
***
Elimde bir kitap Yalçın Doğan’ın:
“Savrulanlar - Dersim / 1937-1938 Hatta 1969, Kırmızı Kedi Yayınları”
40 yıllık arkadaşım gazeteci Yalçın Doğan, ölümü, acıyı, hüznü anlatıyor...
Belgesel bir roman çıkmış ortaya...
Yakın tarihimizin o acılı sayfaları, hayatın nerede başlayıp nerede bittiğini, gizliliği ortadan kaldırılan belgelere dayanarak yazılmış.
Kızların kaybolmadığı, bebelerin süngülenmediği, ölümlerin olmadığı, insanların bombalanmadığı, mağaralara sığınmadığı, yeni kuşaklara korkusuz yaşanan bir ülke bırakabilecek miyiz acaba?..
Yüreklerimizde sımsıcak duyguları, demokrasiyi, özgürlükleri çoğaltabilecek miyiz?..
Yoksa o uçurumlara atacak mıyız gençlerimizi?..
Yaşayacak mıyız kardeşçe bu coğrafyada?

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget