Acaba nereye gitsem? Başbakan’ın cahilliği adeta kutsadığı, “baba” psikolojisiyle
tüm Türkiye yurttaşlarını aynı tarz düşünmeye ve davranmaya zorladığı,
yoldan çıkanları hiç vakit yitirmeden savcılara şikâyet ettiği, bu güzel
ülkede nerelere kaçsam diye düşünürken, Gezici Festival’in yöneticisi Ahmet Boyacıoğlu telefon etti, “Hadi bizimle Sinop’a geliyorsun” dedi.
Tası tarağı toplayıp yola koyulduk, Karadeniz’in Akdeniz’i, Kuzey’e bakarken Güney’in görüldüğü (bu konuyu anlamayanlar lütfen haritaya baksınlar) Diyojen’in ülkesi, güzeller güzeli Sinop, güneş ve insanda “acaba girsem mi?” duygusu uyandıran sakin bir denizle karşıladı bizi.
Zaman sanki durdu ve ben başka bir gezegene gelmiş gibi, suni gündemlerin boğucu kargaşasını geride bırakıp, “hayat ne kadar da güzelsin!” diye kıyıda koşmamak için kendimi zor tuttum.
Sonra birden içim ürperdi, bulunduğum yerden 25 dakikalık uzaklıktaki, Türkiye’nin en sık orman dokusuna sahip, İnceburun’un
tam da orta yerine yakın bir zamanda bir nükleer santral yapılacak.
Devlet karar verdi, yapılacak! Ve Sinoplular da tıpkı geçen yıl gelip
tanıştığım, mücadelelerine bizzat tanık olduğum, bölgelerine termik
santral yaptırmamak için direnen komşu Gerzeliler gibi düşünüyorlar: “Bu bölgede nüfus artışı diğer bölgelerden yavaş, bu nedenle devlet buradaki yurttaşlarını gözden çıkardı.”
Neyse ki, balıkçı tezgâhlarında gördüğüm mezgitler, kalkanlar
içimin ürpertisini anında alıp götürüyor. Balıklar öyle taze ki, insanın
tezgâhlardan ayrılası gelmiyor. Tanrım bu ne bolluk; birlikte
tezgâhları dolaştığımız, herkesin Karadenizli olduğunu sandığı, aslen
Bursalı usta oyuncu Erkan Can, “Acaba ne zaman Hakkâri’deki çocuklar da ‘anne bugünde mi balık var’ diye yakınacaklar. Biz görecek miyiz?” diye soruyor.
Evet, acaba ne zaman?
Gezici Festival bu yıl 18 yaşına basmış, rüştünü çoktan ispat etmişti ama Sinop’a bir 18 yaş kutlaması pek bir yakıştı. Festivalin açılış filmi, Reis Çelik’in
özellikle yurtdışında girdiği festivallerden ödüllerle dönen, Lal
(Gece) adlı filmiydi. Reis Çelik filminin aldığı ödülleri artık aklında
tutamıyor ama Ahmet Boyacıoğlu 21 ödülden söz etti. Doğrudur, Ahmet bu
konularda hiç yanılmaz.
Ben çok istediğim halde filmi görmemiştim. Sinop’ta gördüm ve iyi ki gördüm.
Lal (Gece) öncelikle cesur bir film. “Çocuk gelinler” sorununa
farklı bir açıdan yaklaşıyor ve bu kez biz ataerkil bir toplumda
erkeğin nasıl bir kuşatma içinde olduğunu dehşet içinde izliyoruz.
Törelerin, geleneklerin sınırlarını en katı bir biçimde çizdiği “erkekliğin”, nasıl kırılgan, nasıl insana aykırı olduğu filmin her karesinde yüzümüze adeta bir tokat gibi çarpıyor.
Erkek, amcası “şunu öldüreceksin” dediği için, adam öldüren, amcası gene “anan törelerimize karşı çıktı, ananı öldüreceksin” dediği için anasını öldüren, hayat bilgisini cezaevlerinde öğrenen altmış yaşında bir adam.
Kız, 14 yaşında Türkiye’nin hemen her yerinde, pazarı olan “bir çocuk gelin.”
Ve bu iki kişinin tuhaf, zaman zaman insanı güldüren, zaman zaman içini acıtan gerdek gecesi.
Neredeyse tek bir mekân!
Ama bu mekânda tüm bir dünya var. İnsanın tüm halleri var.
Ve adamı oynayan İlyas Salman’ın muhteşem oyunu var.
Film bitip dışarı çıktığımızda denizin kokusu bile acımı
azaltmadı. Bir an gökyüzüne baktım, bir yıldız kaydı ve bir dilek tuttum, “tüm insanların sevdalarını özgürce yaşayabileceği, kendi şarkılarını özgürce söyleyebileceği bir dünya” diledim.
Yorum Gönder