GAZETENİZİN dünkü nüshasında “Minikler ağlıyor”u okuyunca içiniz burkulmuştur. Küçücük çocukları “Dört artı dörtler” tuzağına sıkıştırıp körpe zihinleri bir an önce “dindar gençlik yetiştirme” sürecine sokmanın sonuçları ortaya çıkmaya başladı.
Tahmin etmek zor muydu?
Ulusal eğitim sistemini temelinden bozarak gericilik yuvasına
dönüştürmeye karşı aileler yeterli tepki gösteremedi ve eski okul-aile
düzeninden de artık hiçbir şey kalmadığı anlaşıldı. Öğretmen kuruluşları
Milli Eğitim Bakanlığı’nın büyük yanlışını
ortaya koyup kamuoyunu ayağa kaldırmakta yetersiz kaldılar. Medya
kuruluşları da kendilerinden bekleneni yapamadı. Oysa, henüz oluşmakta
olan taze bilinçlerde izleri kolay silinemeyecek yaralar açılmaktaydı.
Piyasaların insafına bırakılan ekonomide durgunluk
belirtileri ve teklemeler görülmeye başlandı. Karayolu ve biraz
demiryolu yapımı dışında kamu yatırımından söz edilmiyor.
Planlı bir karma ekonomi politikasının yokluğunda nereye sürükleneceği
tam kestirilemeyen bir ekonominin huzursuzluğu kapıdadır.
Sanayi ve ticaret odalarıyla işçi sendikaları tepkisiz.
Hepsinden önemlisi, ekonomi bilimlerini öğreten ve araştırmalarını yapan üniversitelerden de hiç tepki gelmiyor.
Siyasal partiler ve TBMM dışında, sosyal ve ekonomik sorunları
tartışıp iktidarı etkilemeyi ve yönlendirmeyi sağlayacak anayasal bir
kuruma yönetim sisteminde etkili bir yer verilmemiş. “Yeni anayasa”cılar da böyle bir “ekonomik ve sosyal konsey” sözü etmiyor.
Tepkisizlik, ister istemez sahipsizlik kavramını gündeme getirir. O gündemin ilk maddesi ise hep “sivil toplum örgütü”
denen kuruluşlardır. Resmi sıfatı olmayan ve vakitlerini, hatta
kaynaklarını kamusal davalara adayan kuruluşlardan genellikle çok şey
beklenir. Beklenti o kadar çok ve yoğundur ki, o yüzden asıl devletin ve
onu yönetmek için yarışan siyasilerin sorumluluğu unutulur.
Ama, vatandaşların bu unutkanlığı ve siyaset dışında medet
aramakta oluşu, bu sorumluluğu asıl duyması gereken partilerin ve en
başta ana muhalefet partisinin görevini unutturmamalıdır.
Yorum Gönder