İsrail’in işgalinde bulunan
Filistinli Arapların kaderi bence aynı denizi paylaşan
Kıbrıs Adası’nın kuzeyinde
yaşayan soydaşlarımızla örtüşüyor.
Filistinlilerin toprakları
1947’de İsrail Devleti’nin
kurulmasıyla birlikte sürekli küçüldü.
Kıbrıslı Türkler ise
Osmanlı
Sultanı’nın
kiralaması sonunda, burnumuzun dibindeki bu kara parçasına sahip
olan İngiltere’nin adadaki egemenliğini
sona erdirmesinden sonra Atina’nın bitmek
bilmeyen enosis rüyalarıyla taciz altında kaldılar.
Çete savaşlarına karşı direndiler; o arada şehitler verdiler. Gazileri
oldu.
Filistin’deki bağımsızlık savaşının önderi
Yaser Arafat’tı. Kıbrıs Türklerini
örgütleyen kahramanlar Faiz Kaymak, Fazıl Küçük ve
özellikle de Rauf Denktaş
oldu.
Niçin “özellikle”
diye sorarsanız, ilk ikisinin daha çok politik ve hukuksal savaşım
verdiğini söyleyebilirim.
Sevgili dostum Denktaş ise politik ve hukuksal savaşımı göz ardı
etmedi. Ancak sözün bittiği yerde de adadaki mücahitlerin önünde fiilen cephe
savaşı verdi. Tutuklandı.
Meraklıları son kitabım “Kalbur Saman
İçinde”de bu konuda daha ayrıntı bulabilirler
(a.g.e. sayfa 104, 106, 113).
Ancak her iki ulus arasında çok önemli bir de farkı göz ardı
edemeyiz.
Kıbrıs Türklerinin arkasında anavatanları vardı.
Menderes’in başbakanlığı döneminde
Dışişleri Bakanlığı yapanlardan Fuat Köprülü her ne
kadar Türkiye’nin Kıbrıs diye bir davası
olmadığını söylemiş olsa da onun halefi olan Fatin
Rüştü Zorlu, adada Türklerin silahlandırılması ve muntazam birer
mücahit olması için Özel Harp Dairesi ile işbirliği yaptı ve yer yer küçük
mukavemet örgütleri oluşturdu.
Bülent Ecevit, 1974’te başbakan
olunca, Enosis çetelerinin Makarios’u ortadan
kaldırmak amacıyla harekete geçmelerini değerlendirdi. Ada Türklerine karşı
açılan savaşı ünlü ‘Barış
Harekâtı’ ve Silahlı Kuvvetlerimizin adaya çıkarma
yapmasıyla sonuçlandırdı.
1974 Temmuzu’ndan bu yana adada, önce self
determination “kendi kendini yönetme”
hakkını kullanarak bir federal devlet olarak kurulmuş;
daha sonra kurucu meclisini de oluşturarak aşama aşama devlet haline gelmiş
bir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
var!
Ne gariptir ki Kuzey Kıbrıs Türklerinden sayıca daha küçük nüfuslu ama
büyük devletlerin birçoğu tarafından tanınmakla kalmayıp
BM’ye de üye olarak kabul edilmiş ülkeler
var.
Geçen hafta Ortadoğu’nun ezilmiş halklarından
Filistin, BM’nin -şimdilik-
gözlemci devlet statüsü tanıdığı bir ülke haline geldi.
Genel kurulda bu doğrultuda yapılan oylamada 9 ret ve 41 çekimser oya
karşılık, 138 kabul oyu sağlanması için Türkiye yoğun bir diplomasi trafiği
yaptı. Ret oyu verenler içinde İsrail dışında ABD ve
İngiltere’nin de bulunması, tanınma çalışmaları iyi
örgütlenirse süper devletlere rağmen karar alınabileceğini ortaya
koymuştur.
2002’de AKP iktidar olunca,
BM’nin o tarihlerdeki genel sekreteri
Annan’ın adayı birleştirmeyi amaçlayan
ünlü planı, Erdoğan’ın
olağanüstü çabaları sonucu Kıbrıs Türkleri tarafından yüzde 64 gibi bir
çoğunlukla benimsenmişti.
Bereket, ada Rumlarının illa ki ayrı yaşama ısrarları yüzde
75.38’li bir
‘Hayır’ oyu ile sandığa
yansıdığı için Ankara’nın büyük devletlere baş eğen
politikası yenilgiye uğramış sayılmıştı.
Dışişlerimiz ve özellikle Başbakan, o günden bu yana, Yunanistan
emperyalizminin inatçı tutumunu yenmek için Türk devletleri başta olmak üzere
İslam dünyasında nasıl bir çalışma yaptı ki KKTC BM’de
gözlemci üye statüsüne bile ulaşamamıştır.
Filistinin aldığı sonuç sadece Filistinlilerce değil
Erdoğan, Davutoğlu ve AKP
dünyası tarafından da bir bayram sevinciyle kutlanırken KKTC
Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ve
yurttaşları haklı olarak anavatanlarını yöneten
Başbakan’dan bu sorunun yanıtını vermesini beklemezler
mi?
Yorum Gönder