Öncelikle Güldal
Mumcu’ya bütün yüreğimle teşekkür etmek istiyorum.
Büyük acısına rağmen, taşıdığı toplumsal sorumluluğa rağmen; yağmur altında
yürüyen kalabalıklar dağıldığında, türküler sustuğunda pes etmediği için, bütün
hakikatleri hiç abartmadan bize anlattığı için…
Hakikatler ürkütücü. Bir tarafta bir genç kadın, iki çocuk ve onların
yanından hiç ayrılmayan avukatları var, öte yandan devletin bütün karanlık
güçleri, ordusuyla, emniyetiyle, yargısıyla sürekli bir cinayetin üstünü örtmeye
çalışıyorlar. Ve hiç kimseye hiçbir şey sorulmuyor.
Kitapta şöyle bir bölüm var: “Uğur Mumcu,
70’li yıllarda Baki Tuğ’un
savcı olduğu bir davada Öcalan’ın aynı
suçtan yakalanan diğer sanıklardan daha hafif bir ceza almasının ve onlardan
daha kısa bir sürede serbest bırakılmasının nedenini öğrenmeye çalışıyordu.
Bunları anlatınca Baki Tuğ, ‘Bana onun
MİT görevlisi olduğuna dair bir yazı gelmişti. Arşivimde olma ihtimali yüksek.
Arşivime bir bakayım. Çarşamba günü gelin, bulursam belgeyi size
vereyim’ demişti.”
Baki Tuğ bu sözleri daha sonra inkâr ediyor.
Kimse de “Kardeşim, bak vaktiyle böyle böyle demişsin,
böyle bir belge var mı, varsa getir”
dememiş.
Siyasiler, adeta kendi korkaklıklarını sergileyen bir tavır
göstermişler. Darbe olduğunda “eyvallah”
deyip, şapkasını alıp giden, tek bir direniş göstermeyen ama
nedense daha sonra demokrasi havarisi pozlarıyla milleti açıkça küçümseyen
Demirel,
“JFK’yi bile vurdular,
akıllarına koyunca yapıyorlar” diyor ama gerisini
getiremiyor. Kim kardeşim bunlar? Şu anda içimizde binlerce ajanı dolaşan,
devlete değil de NATO’ya bağlı bir örgüt mü? Özel Harp
Dairesi mi? Bilelim. Ey Demirel, şu ahir ömründe Türkiye için faydalı bir iş
yap! Belki o zaman “İlla ki asacağım”
diye tutturduğunuz üç güzel insanın ruhları sizi rahatsız
etmez!
Ve Mehmet Ağar... Ey savcılar bir sorun,
“Bir tuğla çekersem bütün duvar yıkılır!”
demekle ne söylüyorsun? Cesur bir kadın çıkıyor, tüm haşmetli
devlet erkânına “kim bunlar”
diye soruyor ve savcılar susuyor. Ama savcılar da haklı olabilir. Çünkü bu
örgütlenmenin ucu bucağı yok ve ölüm kusuyorlar.
Örneğin olayı soruşturan ve aileye “Fail için
uluslararası istihbarat örgütleri, mafya ve karanlık güçler,
diyebilirim” sözünü söyleyen savcı
Kemal Ayhan evinde ölü olarak bulunuyor. Ve otopsi
yapılmadan, Başsavcı Nusret
Demiral’ın talimatıyla hemen
defnediliyor. Olayı soruşturan Meclis Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma
Komisyonu’nun raportörü Akman Akyürek
nasıl olduğu anlaşılmayan bir trafik kazasında ölüyor. UMUT
davasının tahliye edilen sanıklarından biri
İstanbul’da adi bir vaka olduğu söylenen bir cinayete
kurban gidiyor.
Kardeş Ceyhan
Mumcu’ya “Mumcu cinayetiyle
ilgili önemli bilgilere ulaştım, yakında
açıklayacağım” diyen
Diyarbakır’ın efsane Emniyet Müdürü
Gaffar Okkan, tam da Uğur Mumcu
için düzenlediği anma törenine giderken öldürülüyor.
Hollywood’un muhalif yönetmeni
Oliver Stone’nin
“JKF” filmini izleyenler bu
ölüm olaylarını hiç yadırgamayacaklardır. Biliyorsunuz
Kennedy’nin öldürülmesinden sonra katil
adayları hemen, olayın 17 tanığı da iki yıl içinde baca onarırken düşmek,
küvette banyo yaparken saç kurutmaya kalkmak gibi bir dizi tuhaf cinayetlerle
ölüme gittiler.
Bir de Güldal Mumcu’yu iki kez ziyaret eden
ve şifreli sözlerle “Size sadece olayın faillerini
bulsak yeterli olur mu?” sözünü eden
Yeşil olayı var. Bu sözlerden daha da ilginci, Yeşil
artık nasıl bir ruh haliyle, adeta feryat ederek, Mumcu’ların apartman
girişindeki taziye defterine şöyle yazıyor: “Artık
yeter. Buraya gerçek adımı yazıyorum. Gerçek adım Mahmut Yıldırım. Gerçekler
açığa çıksın.” Fakat bu taziye defteri ertesi gün
ansızın ortadan kayboluyor.
Her zaman şu söz doğrudur: “Şeytan
ayrıntılarda gizlidir.” Güldal
Mumcu’nun “İçimden Geçen
Zaman” adlı kitabı, herkesi göreve çağırıyor. Bütün
faili meçhul cinayetlerin gerçek faillerinin bulunması, belki de hepimizin bu
görevi kabul etmemize bağlı.
Çünkü bu ülke, failli meçhul cinayetlerini araştırmadığı, ortaya
çıkarmadığı sürece karanlık bir bataklıkta yok olup gidecektir.
Yorum Gönder