Önce gazeteci ahlakı! - Necati Doğru

Diyelim ki, 3’ü çok genç.
Şöhret peşindeler.
Ünlü TV’ci olmak istiyorlar.
Akıl edemediler.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın babası yaşında ve büyük şöhret (şöhret-i kazibe) tanınmış gazeteci Mehmet Barlas da akıl edemedi: Bizim patron 2 TV sahibi (NTV ile STAR) Ferit Şahenk Beyefendi, inşaat şirketleri de olan bir işadamıdır. Sizin iktidarınız döneminde çok sayıda “devlet ihalesi” aldı.
Sizinle uyumlu olmak zorunda.
Ödü kopuyor.
Baksana ne yaptı?
Sizin üç cümleniz yetti. TV’sinde yayınlanan “Muhteşem Yüzyıl” dizisinde her yanı seks arzusu ve iştahıyla oynaşan Hürrem’e bile türban giydirdi. Sayın Başbakan, biz Ferit Şahenk’in TV’sinde çalışan gazeteciler size soru soruyormuş gibi yaparsak “bu gazeteci ahlakına” sığmaz. Halkı aldatmak olur. Çünkü gazeteci ahlakı; gazete patronun da gazete yazarının da iktidardan, egemenden, zenginden bağımsız hareket etmesini ve sorularını korkmadan sormasını gerektirir diyemedi.

Xxx

4 TV’ci.
Gazeteci ahlakına sırt döndü.
Mehmet Barlas, Başbakan’a; “siz demokrasiye saygılı olduğunuz ve Tek Adamlık peşinde olmadığınız” izlenimi vermek istiyorsanız; bizleri değil de sosyal medyadan ya da muhalefet yapan 3-5 gazetede bağımsız yazılar yazan gazetecilerle “soru-cevap programı” yapın. Bu daha uygun olur. Türkiye başbakanına böyle bir tavır yakışır” demeyi akıl edemedi.
4 TV’ci
2 saat uslu oturdular.
Başbakan’a “çanakçılık” yaptılar.
Tek bir soru soramadılar.
Zengin vergisi gelecekmiş.
Sizin bankada 2 milyon liranız var. Ailenize 4 villa aldınız. Oğlunuz ikinci geminin sahibi oldu. Siz de “zengin vergisi verecek misisiniz?” diye çok masum bir soruyu bile sormayı akıl edemediler.
Bunun gibi 100 soru akla geliyor.
Sormak için…
Gazeteci ahlakı gerekliydi.
Önce ahlak!

(uyan borusu)

Tarihten ders alınsaydı!

Aydınlık Gazetesi yazarı Türker Ertürk,  köşesinde tarihten bir yaparak açtı. Şunu yazdı: “Emekli Kurmay Pilot Albay Hüseyin Avni Güler anlatıyor: “1958’de Lübnan’da Müslüman Araplarla Hıristiyan Araplar arasında savaş çıkmıştı.
Ben Ankara Etimesgut 12. Hava Üs Komutanlığı’nda Yüzbaşı olarak görevliydim.
Bu üsten C-47 Dakota uçakları ile Lübnan’a yedi sefer uçtum. Her uçuştan önce uçaklarımıza sandıklar yükleniyordu. Kapalı ve büyük sandıklardaki yükümüzün ne olduğunun farkında değildik.
Çünkü bilgilendirilmiyorduk.
İlk yüklemelerde o zaman ki Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, meydana geliyor ve uçağın yüklenişine bizzat nezaret ediyordu. Uçaklarımız önce Kıbrıs’a doğru uçuyor daha sonra Lübnan istikametine dönülüyor ve Beyrut’a iniyorduk. İnişten sonra sandıklar boşaltılıyor, o gece Türkiye’ye geri dönüyorduk.
Bu arada bir uçağımız yanlışlıkla, Beyrut Havaalanı Müslüman Arapların eline geçtiği sırada, indi. Uçağımıza el konuldu ve uçuş ekibi tutuklandı. Bu personelimiz diplomatik girimlerden sonra ancak ülkemize getirilebildi.
Lübnan’daki Hıristiyanlara Türkiye’den 85 uçak dolusu silah ve cephane gönderildi.
Bizler de bilmeden Menderes’in (o denemin Türkiye Başbakanı) günahına ve suçuna alet olduğumuzu sonradan öğrendik. O silahları ve mermileri kullanan Hıristiyanlar,  binlerce Müslüman’ı öldürmüşlerdi”
Türker Ertürk’ün yazısı böyle uzayıp gidiyor. ABD ve İngilizler, Ortadoğu’da ülkeleri bölüp insanları birbirine vuruştururken Türkiye’yi sürekli kullanıyorlar.
Bugün de aynısı yaşanıyor.
Tarihten ders alınsaydı…

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget