Sevgili,
Acılı günlerimde, ilgisini esirgemeyip beni yalnız bırakmayan dostum
Hulusi Turgut, geçen gün, telefonda
sordu:
- Törenin sonunda mezarlıkta ağlayan orta yaşlı sarışın bir hanım
vardı, kimdi o?
- Öğrencisi, benim de arkadaşım Rezzan
olmalı, dedim.
Kırk yıl öğretmenlik yapmış olan annemin, hastalığı sırasında ve
ölümünün ardından öğrencilerinin gösterdikleri candan ilgi, gözlerimi
yaşarttı.
Doğrusu, annemin öğrencilerinin bir bölümü yakın arkadaşım olmasına ve
Rahşan Hanım’ın sevilen bir
öğretmen olduğunu bilmeme karşın, ilginin derecesi beni yine de
şaşırttı.
Neredeyse annemi bir kez daha tanımak olanağını buldum.
Taa ABD’den beri arayanlar, Avusturya
Liseliler Vakfı’nın öncülüğünde hastaneye ziyarete
gelenler, Türkiye’nin dört bir yanından ya da
yerleştikleri Avrupa ülkelerinden arayanlar, Rahşan Öğretmen adına bir burs
oluşturulması için Avusturya Liseliler Vakfı burs fonuna bağışta bulunanların
yanı sıra bir de önümüzdeki günlerde, anma günü düzenlemeye karar verenlerin
olduğunu öğrenince şaşkınlığım daha da arttı.
***
Bunların üstüne, bir de Ahmet Cemal önceki
günkü Cumhuriyet’teki köşesinde,
“Benim Tarih Öğretmenim”
diye bir yazı yazınca, hem sevindim hem hayıflandım.
Sevindim, çünkü annem çok sevilen bir öğretmenmiş; hayıflandım, çünkü
bunları göremedi.
Kimse kendi cenazesini göremez diye düşünürken, aklıma, yazar olarak
hınzırlığın doruklarında gezen, Yiğit
Okur’un “Deniz
Taşları” adlı yapıtında, kendi cenazesine giden
kişinin öyküsü geldi.
- Hoş, diyeceksin şimdi, görseydi ne fark ederdi? Ardından gösterilen
sevgi ölüme teselli olur mu?
Olmasa bile çaresizlikten olurmuş gibi yapma durumundayız, ne
çare!
***
Öğretmen sevgisinin nedenini anlamak için öğretmenin ne olduğuna bakmak
gerek.
Elli yıl önce, Burhan Felek’in
Cumhuriyet’teki köşesinde bir Fransız fıkrası
okumuştum. Öğrenciye sormuşlar:
- Öğretmen kimdir?
Kırık not aldığı için öfkeli öğrenci yanıtlamış:
- Eskiden bizden yanayken, şimdi karşı tarafa geçen dönek.
Mizah güzel ama, doğrusu gerçeği yansıtmıyor, çünkü gerçek öğretmen,
öğrenciden yanadır; onlar ayrı değil, aynı saftadırlar.
Öğretmen ile öğrencinin kutsal ortak amaçları, öğrencinin iyi
yetişmesi, başarılı olmasıdır.
Bunun tanımı ise her öğretmenin kendi yapısına göre
değişir.
İyi öğretmenin, içindeki öğrenciyi öldürmeyip, canlı tutmayı başarmış
olan kişi olduğunu, sevgili Necdet Kut (Allah uzun
ömürler versin) öğretmenimin şahsında görerek, öğrendim. Onun öğrencileriyle
kıran kırana misket oynamasını hâlâ hatırlarım.
***
Öğretmen sevgisini, birkaç öğretmenimde somut ve yoğun biçimde yaşadım,
nasıl hoş bir duygu olduğunu bilirim.
Hiçbir sevgi onunla aynı olamaz. Ana sevgisi bile, başka bir
şeydir.
İşte tam bu noktada, her şeyiyle kendine özgü bir insan olan
Aydın Boysan’ın öyküsü geliyor
aklıma.
Aydın Boysan’ın, o zamanki adıyla Samatya
Yedikule 43. Mektep’te bir öğretmeni
vardı:
Nevreste Hanım.
Nevreste Hanım hem öğretmeniydi Aydın
Boysan’ın hem de annesi...
Rahşan Öğretmen’in oğlu olan ben, Nevreste
Öğretmen’in oğluyla güzel, hoş zamanlar
geçirdim.
Ama şimdiye dek, Nevreste Öğretmen’in oğluna
şu soruyu sormayı hiç akıl etmedim:
- Anne sevgisi mi baskın, öğretmen sevgisi mi?
Ama ilk karşılaştığımızda bu soruyu mutlaka soracağım.
Bakalım Nevreste Öğretmen’in hâlâ afacan cin
gibi oğlu Aydın ne yanıt verecek?
Yorum Gönder