Liberalizmin “A Takımı” bir süredir kılıçları çekmişler Başbakan’a yükleniyorlar. Sertleştikçe sertleşiyorlar. Eğer “nihayet uyandılar, neyse hatanın neresinden dönülürse kârdır” demeye hazırlanıyorsanız boşuna heveslenmeyin.
Bu tipler düş kırıklığına uğramışlar, kızgınlar, ateş
püskürüyorlar. Ancak liberalizmin yaşamı yüzey biçimlerine, toplumu
bireylere indirgeyen, düşünceye değil kanaatlere yaslanan
alışkanlıklarından olsa gerek (hadi iyimser davranalım), olup biteni
anlamakta fena halde zorlanıyorlar. Bu tiplerin “dün öyleydi, bugün böyle” türünden yazdıklarını okuyunca insanın aklına ister istemez T.S. Eliot’un “deneyimi yaşadık ama anlamını kaçırdık” hayıflanması geliyor.
Birine göre bütün mesele Erdoğan’ın
tavrı. Başbakan heykelden TV dizilerine kadar her konuda fikir
açıklıyormuş. O zaman da bu ülkede ne demokrasi kalırmış, ne
özgürlükler ne de hukukun üstünlüğü. Bir başkası, Başbakan’ın bu tavırlarına bakarak “Muhteşem Tehlike” başlığını atıyor yazısına. Çünkü “ülkeye ‘tek tipleşme’yi dayatan, tepeden, keyfi, baskıcı ve ‘tekçi’ zihniyetin tohumları Başbakan tarafından yeşertiliyormuş”.
İşleri güçleri Başbakan’a yüklenmek.
Adeta tüm siyasi sorunların nedeni Başbakan. Buradaki garipliği, hatta
ikiyüzlülüğü hemen göremediyseniz yardımcı olmaya çalışayım.
Başbakan da herkes gibi her konuda fikrini ifade edebilir. Bizim Başbakan’ın bir özelliği de budur. ‘A Takımı’nın fantezilerinden farklı olarak Başbakan başından beri hep bunu yapmış, “değişmediğini” vurgulamış, “İslamın ılımlısı olmaz” demiş.
Her fırsatta seçim platformlarında nasıl bir toplum kurmak istediğini
etraflıca ve ayrıntılarıyla anlatmıştır. Birincisi, kimse “Başbakan bizi yanılttı” diyemez. İkincisi, Başbakan’ın bu düşüncelerini bu açıklıkla açıklaması belki siyasi açıdan, “ileri demokrasi fantezisi” bağlamında
çok yararlı olmayabilir, ama bu onun hakkıdır. Niyetini, düşündüklerini
açıkça söyleyerek iyi de yapmıştır. Bu madalyonun bir yüzü.
Bu madalyonun öbür tarafında şu var: Esas sorun Başbakan’ın
toplumdaki liberal laik duyarlılıklara ters düşünceleri dile getirmesi
değildir. Sorun geride bıraktığımız on yılda, o bunları dile
getirdiğinde bunlardan vazife çıkaran bir devlet aygıtının,
kadrolarının, kültürünün, hukuk düzeninin ve medya sisteminin, bu ‘A Takımı’ tiplerinin
doğrudan desteği ve katkısıyla şekillenmiş olmasıdır. Biz bu
şekillenmeyi izlemiş, güvenilen dağlara kar yağmaya başladığına daha AKP’nin ikinci dönemi başlarken dikkat çekmiştik (Cumhuriyet, 03.10.2007).
Sarkozy, Bush, Berlusconi gibi başbakanlar, devlet
başkanları gelip geçtiler. Ama onlar yönetimdeyken ağızlarından çıkan
her saçma sapan laftan, devletin ve hukukun görev çıkardığını görmedik.
Devlet makinesi ve hukuk bu siyasilerle birlikte, ama kendi kurallarına,
özelliklerine göre, zaman zaman bu siyasileri de sınırlayarak işlemeye
devam etti.
Bugün Türkiye’de devlette, toplumda yaşanan yapısal değişimleri, kadrolaşmayı, kültür değişimini görmezden gelerek “Her şey iyi gidiyordu, ama bu Başbakan işi berbat ediyor” sonucuna ulaşmak, birincisi siyaset bilimi açısından saçmadır. Adeta bugün Mısır’a bakınca, olup bitenleri Müslüman Kardeşler örgütünün 1929’dan bu yana uzun yürüyüşünü; derin, yaygın örgütsel yapısını, toplum projesini unutarak her şeyi Devlet Başkanı Mursi’nin yapmakta olduğunu sanmaya benzer.
İkincisi salt Başbakan’a bakarak “muhteşem tehlike”den
söz etmek, her olayın faturasını ona çıkartmak, hem bu ülkede rejimde
yaşanan baskıcı değişimi gizlemeye hizmet eder hem de Başbakan’ın
kendini gerçekten her şeye kadir sanmaya başlamasına, toplumda ciddi
sancılar yaratacak adımlar atmaya kalkmasına yol açabilir. Ben faturayı
yalnızca Başbakan’a çıkaranların, “olayı” ona indirgeyenlerin, Başbakan’a haksızlık ettiğini düşünüyorum.
Yorum Gönder