Basına yansıyan bilgilere göre, Patriot füzeleriyle birlikte 400’er ABD ve Alman askeri Türkiye’ye geliyor. Bazı haberlerde buna 200 Hollanda askeri de ekleniyor. Yabancı askerlerin Türkiye’ye geliş gerekçesi de; kara mizah mı dersiniz, trajikomik mi dersiniz, yoksa haysiyet kırıcı, yüz kızartıcı olarak mı nitelendirirsiniz; Türkiye’yi Suriye’ye karşı korumak. Suriye hangi açıdan bakarsanız bakın -nüfus, yüzölçümü- Türkiye’nin ancak dörtte biri kadar bir ülke; en az bir yıldır da iç savaş, iç kargaşa yaşıyor. Emperyal çevrelerce Beşşar Esad yönetiminin sonu geldiği öngörülüyor. İşte böyle bir ülkenin olası saldırı tehlikesine karşı yeri geldiğinde Ortadoğu’nun lider ülkesi, dünyanın en güçlü ordularından birine sahip olduğu söylenen Türkiye’yi korumak için yabancı askerler ülkemize geliyor. İnandırıcı geliyor mu? Ülkemizde, özür dilerim, öyle kişiler, olaylar yutturuldu ki herhalde bu da yutturulur, halk görmezden gelir diye düşünülüyor.
Tezgâhın kurulmakta olduğu kuşkusuna ta NATO Genel Sekreteri Rasmussen’in haftalar öncesi “Türkiye istekte bulunursa, NATO koruma konusunda isteği dikkate alır” türünde bir açıklamasının basında yer almasıyla kapıldım. İnisiyatif Türkiye’den gelmiş süsü verilecek, NATO isteği yerinde bulacak, Patriot füzelerinin Türkiye’ye yerleştirilmesi, asker gönderilmesi konusunda ilgili ülkelerin yetkili organları, parlamentoları onay verecek, füzeler, yabancı askerler ülkemize gelecek. Süreç öngörüldüğü, tezgâhlandığı gibi yürüyor.
Birkaç cılız ses dışında bu oyuna, tezgâha karşı çıkan yok. Asıl vahim olan, utanılacak durum bu. Türkiye Suriye’ye karşı mı korunacak? Silahlı kuvvetleri bu denli küçümsemeye, güçsüz göstermeye hakkımız var mı diye kimse sorgulamıyor. Tepki göstermesi gerekenler de suskun.
ABD’nin iki binli yılların başlarında Irak’a saldırı planlarına gerekçe hazırladığı dönemlerde, Irak’ın biyolojik silahlarından, ta Bağdat’tan İstanbul’u dövecek cehennem toplarından söz ediliyordu. Dönemin ABD Başkanı G. Bush, o zamanki konuşmaları Maksim Gorki’nin “Yirmialtı Adam ve Bir Kız” adlı öyküler kitabından belleğimde kalan tümceyi çağrıştırmıştı: “İnsanoğlu yalan söylese bile onu dinle, niçin yalan söylediğini anlamaya çalış. Yalan, insanı kimi zaman gerçekten daha iyi açıklar.” Buna benzer bir yazıyı ABD’nin Irak saldırısı sırasında yazdım. Yalan, sonra ortaya çıktı. Irak’ta ne biyolojik silah ne de cehennem topları bulundu. Olay “yanlış istihbarat” diye geçiştirildi. Sonuçta, XXI. yüzyılda Irak bir tür vandal istilasına uğradı. Şimdi benzer yalanlar Suriye için yayılıyor. Tezgâh kuruluyor. Suriye, Türkiye’ye saldıracak, kimyasal silahlar kullanacak vs. Yerseniz. Türkiye’de bu tür yalan gerekçelere dayanan fiili yabancı asker işgali başlıyor. Denilebilir ki Türkiye zaten II. Dünya Savaşı’ndan bu yana Batı’nın, özellikle ABD’nin güdümünde. Ekonomipolitikamızı, dış ilişkilerimizi, sözde kalan demokrasimizi, hatta seçim sonuçlarımızı ABD düzenliyor. Ne değişecek ki diye sorgulanabilir. Şimdilerde, yön vermekten fiili işgal aşamasına geçiliyor denilebilir.
Dış ülkelerin çıkar hesapları, yerel politikacılarımızın kişisel beklentileri olabilir. Ben bunları fazla kınamam, kınanacak olan toplumdur. Bir toplumda bağımsızlık, özgürlük, onur gibi kavramlar yeşermemiş, yerleşmemişse, onur kırıcı davranışlara karşı tepki vermiyorsa işte o zaman dış güçler, yönlendirmeden bir adım daha atıp, iç destekçilerinin de katkısıyla ülkeyi fiilen işgale bile kalkışırlar.
Yorum Gönder