Aklı olan Ergenekon masalını görür. Aklı olanın tıpkı Balyoz
masalını gördüğü gibi, Odatv masalını gördüğü gibi. Yok hayır, kimseye
aptal ve gerizekâlı demiyorum ama öyle olanların epey bir varlığını da
inkâr etmiyorum. Ama ne demek istediğimi anlatayım:
Olayları anlamak, yani neyin gerçek, neyin sahte olduğunu,
görüntü ile özü birbirinden ayırt etmek, günümüzde çok zorlaşmıştır!
Gerçek çoğu zaman gizlenmiştir. Gizli tutulur.
Üzerine çeşitli senaryolar yazılarak, çeşitli şekillerde paketlenerek
topluma sunulur. Bazıları, olayları nasıl görmenizi isterlerse öyle
sunarlar. Gerçeği saklayarak... Bu amaçla sürü sepet görevlendirilmiş
insan vardır. Mesela TV’lerdeki ve gazetelerdeki bir dizi tutulmuş görevlinin işi budur. Adamın kılığı “uzman”dır, ama oradaki görevi, uzmanlığı gereği değildir, uzmanlığına sığınarak milleti aldatmaktır!
***
Gerçeği arayıp bulabilmek için çaba sarf etmek gerekir! Günümüzün altın kuralı budur! Herkes birer “gerçeğin arkeoloğu” olmak zorundadır!
Bu gayreti göstermeyenler, gözlerinin önünden akıp giden, kulaklarına akıtılanla yetinmek zorunda kalırlar. Acaba öyle mi, sorusunu hiç sormayanların ve hiçbir şeyden şüphe etmeyenlerin büyük açmazıdır bu... Onlara ne yedirirsen yedir! Onlar gerçekte yokturlar!
Çevremizden, üstümüzden her saniye binlerce veri akıp gidiyor. Bu veriler aslında “enformasyon”dur.
Bilgi değildir. Bunlar arasında gerçekten bilgi niteliğinde olanları
arayıp bulmak gerekir. Bu da yetmez, bilgiyi olayların örgüsünde asgari
bir analiz ve sentez mekanizmasından da geçirmelisiniz. İnsan beyninin gerçek işlevi budur.
İnsan sentezleme makinesidir bile
diyebiliriz! Ama neyi sentezleyeceğini bilmelidir. Bunun için de
bilgiyi, olayları analiz ederek senteze varır. Gerçeğe veya en doğruya
veya en uyguna ulaşmanın yöntemi budur.
Hayır, bu çok da zor değildir. Her insan bunu asgari ölçülerde yapabilir! Yapamasaydı hayatta kalamazdı!
Ama gerçek şu ki, bu analiz ve sentezi asgari ölçülerde yapıyor insan. Ancak kendi yararını ençoklaştırmak, hayatta kalmanın asgari koşullarını sağlamak için.
Ergenekon, Balyoz, Odatv gibi uydurmaları anlayabilmek için, bu
asgarinin ötesinde toplumsal merak ve şüpheyi de kışkırtmak gerekir.
Eğer bu ikisi yoksa, olayın size nasıl sunulduğuyla yetinirsiniz. Gerçek
mi, doğru mu? Veya neresi gerçek, neresi yutturma?
Bu konuda yeni geliştirilen bir yöntem ve ölçme bile var: Kamuoyu algısı!
Yöntem basit, toplumu öyle bir bombardıman edeceksiniz ki,
olayın doğru olduğu konusunda güçlü bir algı yaratacaksınız. Konunun
gerçek olup olmadığı değil, algısının gerçekmiş gibi algılanıp
algılanmadığı önemlidir!
Mesela Fatih Camisi’ni bombalayacaklardı
vb manşetini atanlar ve bütün davalarda büyük manşet soytarılıklarını
yağlayıp cilalayanlar, hep bu amaçla tutulmuş veya en hafifinden
kandırılmış insanlardı.
***
Bugün Silivri’ye yığılacağız. Size de Ergenekon’un
bir masal olduğunu anlatmak yerine bu yazıda, tıpkı Balyoz ve Odatv
davalarında olduğu gibi, Ergenekon davasının da nasıl önemli bir
çoğunluğa gerçekmiş gibi yutturulmasının mekanizmasını anlatmaya
çalıştım.
Yoksa burada ne gibi soytarılıkların, sahtekârlıkların,
düzenbazlıkların, adaletsizliklerin ve yasa çiğnemelerinin yapıldığını
sayfalarca anlatabilirdim. Konuya bu mahkemelerin mahkeme bile
olmadığıyla başlayabilirdim... Bu mahkemeler gerçekten özel görevli
yerler...
Şimdi bu yanlış toplumsal algıyı tersine çevirmek ve toplumu bu kez gerçeklerle yüz yüze getirmek için büyük çaba sarf ediliyor.
Bu masalları topluma yutturanlar suçludur.
İnsanlık suçundan bahsediyorum!
Günümüzün temel gerçeği, asgari ölçüde araştırmacı insan tipinin giderek kaybolduğu ve azaldığıdır.
Eğitilmiş insan gücünün artması ile yanlış veya sahte toplumsal
algı yaratma miktarı veya olasılığının, hatta ters orantılı olarak
geliştiğini söyleyebiliriz. Kitle iletişim araçlarını gütmek, eğitilmiş
insan gücünü ve parlak beyinleri bile on paralık yapmak için gerekli
olduğu dönemdeyiz!
İktidar neden sizce medya üzerinde on yıldır çalışıyor?
Güdülen insan ile gerçeği merak eden insan karşı karşıya!
Yorum Gönder