‘Dünya çapında sanatçı’ ise vuracaksın! - Ruhat Mengi

Hakikaten akıl-mantık almaz bir trajikomedi söz konusu.. Bu ülkede sanki her gün “dev başarılara imza atan, kendisinin ve ülkesinin adını dünya çapında onurla taşıyan” büyük sanatçılar yetişiyormuş gibi, nerede uluslararası üne sahip veya Türkiye’de hatırı sayılır başarı elde etmiş bir sanatçı varsa onu yıpratmak ve dahi cezalandırmak için sıraya giriliyor.

Fazıl Say’a yapıldı, internette “bugüne kadar bin kez alıntı yapılmış” Ömer Hayyam’ın dizelerini paylaştığı için “hapis cezası” istemiyle yargılanıyor. Bu yetmiyormuş gibi “saçma sapan mahkeme” dediği için 3 yıl, kendisine ağza alınmayacak küfürlerle (dudak yapısı ile alay bile ettiler) saldıranlara “it kopuk” dediği için ise 2 yıl daha hapis istemiyle yeni davalar açılmış. Bence yine yetmez, “yaşadığı için” de bir 10 yıl versinler.

AİHM CEZAYI BASIYOR!

Yargının yaptığı yanlışları herkes söyler, gazete ve TV’lerde konuşulur, iktidar partisinin hukukçu yöneticileri bile eleştirir, ama Fazıl Say söylemişse “hapis cezası” istenir, peki bu durumda “nasıl mahkeme, nasıl hukuk” diye kimse sormayacak mı? Haydi sordurmadılar diyelim, AİHM benim davamda olduğu gibi “mahkemenin yanlışı”nı devlete kesiveriyor, o zaman “bu nasıl mahkeme” olduğu ortaya çıkmıyor mu?

Kendileri “pek kusursuz, pek üstün” hanımlar beylerin kışkırtmalarıyla Say halledildikten sonra sıra adını Türk tiyatrosuna altın harflerle yazdırmış bir sanatçı olan Ayten Gökçer’e geldi.. Onun oynadığı oyunları, müzikalleri “benzer bir başarıyla” oynayabilecek sanatçıyı yalnız Türkiye’de değil, Batı ülkelerinde de bulmak zordur. Tabii bunu anlamak için sadece oyun isimlerine bakmak yeterli değil, izlemiş olmak gerekir.

Tek bir örnek vereceğim; Gidin Londra’nın tiyatro merkezi Covent Garden’a ve “My Fair Lady” müzikalini en ünlü sanatçılarından ve en son teknolojiyle hazırlanmış olarak izleyin. Dönün Ayten ve Cüneyt Gökçer’in 40 yıl önce ve o günün kısıtlı imkanlarıyla oynadıkları aynı oyunu banttan izleyin (bulabilseniz keşke), aradaki farka inanamayacaksınız. Ayten Gökçer’in çok daha başarılı olduğunu görecek, kusursuz oyununa parmak ısıracaksınız ki “dünyanın en ünlü yönetmenlerine” parmak ısırttığını da unutmayın.

YİNE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ

Onu sadece; birkaç yıl önce Onassis’in sevgilisi ünlü soprano Maria Callas’ı canlandırdığı “Ustalar Sınıfı”nda izleyenler neden söz ettiğimi anlarlar.. Şimdi, bir ülkenin en önemli sanatçılarından biri, siyasi bir konuda konuştu ve “kendi deneyimlerini göz önünde tutarak görüşlerini açıkladı” diye kıyamet koparmanın, bu fırsattan istifade “tüm sanatçıları” susturmaya çalışıp “onların dünyadan, gerçeklerden habersiz olduğunu” iddia etmenin, kampanya halinde üstüne gidip konuştuğuna pişman etmeye çalışmanın ne anlamı olabilir?

Tüm sanatçılara “oturun okuyun, (bizim kadar bilgi sahibi olun anlamı da var), sonra konuşun” demenin, ifade özgürlüklerini kısıtlamanın ne anlamı olabilir? Hangi medeni ülkede sanatçılara böyle hakaret edilebildiği görülmüştür?

YARGILAYAMAZSINIZ!

Görüşünü beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz, “ona ait bir görüş” bu, saldıramazsınız! Toplum gözünde kendinizi “daha akıllı, daha demokrat, daha vs” havalara sokup ona baskı uygulayamaz, yargılayamazsınız. Yalnızca “onun görüşlerine karşı kendi görüşlerinizi” bildirebilirsiniz, insansanız eğer “nazikçe”..

Ben de “12 Eylül” ve genelde “darbe-muhtıra” dendi mi tüyleri diken diken olan ve asla “ama ortam müsaitti, o zaman bekleniyordu” gibi mazeretlerin kabul edilemeyeceğini düşünen biriyim, yani Ayten Gökçer’le farklı görüşe sahibim. Bırakın onbinlerce mağdur yarattığını, herşeyden önce 27 Mayıs ve 12 Eylül’ün birebir mağduru olmuş, senelerce maddi-manevi sıkıntısını yaşamış bir aileden gelmem nedeniyle böyle düşünme hakkım var.. (Ayten Gökçer “benimle sık sık konuştuğu” için “bir darbe mağduruyla konuşmamıştır” diyenler de yanılıyor. “İki darbe mağduru” ile konuşmuştur.)

Babam 27 Mayıs darbesinde gencecik bir siyasetçi olarak Yassıada’ya gönderilişini ve orada geçen günleri anlatırdı bize daha sonraki yıllarda.. Öyle “Buyrun adaya” denmemiş, milletvekillerini gemilere bindirmişler, güvertedeki kapakları açıp merdivenleri kaldırılmış mahzenlere metrelerce yükseklikten tekmelerle aşağı itmişler, üst üste, arka arkaya.. Kafaları gözleri yarılarak.. Yargılamaların, hakaretlerin, aileleri yanında aşağılamaların, idamların dehşetini ise “okuyanlar” öğrenmiştir. 12 Eylül’de yaşananlar da aynı şekilde..

PROVOKASYON ZOR DEĞİL

Bu nedenle darbeleri “herhangi bir nedenle” mazur görebilmek mümkün değil. Bununla birlikte dediğim gibi Ayten Gökçer de, onunla aynı görüşü paylaşan diğer insanlar da o günlerdeki şartlara, birbirini kıran, öldürülen gençlere, ülkede kanlı olayların yaşanmış olmasına bakarak “12 Eylül darbesi bekleniyordu, iyi oldu” benzeri konuşmalar yapıyorlar. Kendi açılarından haklı olabilirler. Ama gerçekte “darbe yapma fikri ortaya çıktıktan sonra ‘gençleri, üniversiteleri, sokağı provoke ederek darbe ortamı hazırlamak” yani Kenan Evren’in daha sonraları söylediği gibi “ortamın oluşmasını sağlamak” veya “ABD gibi ülkelerin ortalığı karıştırması” hiç de zor değildir.

12 Eylül sonrasında olaylar nasıl kesildiyse; binlerce gence işkence yapmadan, insanları öldürmeden, idam etmeden, hükümeti indirmeden, cezaevine göndermeden de yapılabilirdi. Kısacası “iyi niyet olsaydı” darbesiz de halledilebilirdi.

ONLARA KIZIN!

Bu meselenin bir yüzü.. Ama sonuçta Ayten Gökçer’in konuşmasında tutarlılık var, o askerin hata yapmayacağını düşündüğü (ve söylediği) için bugün de darbe yapılmayacağına, Balyoz ve benzeri iddiaların gerçek dışı olduğuna inanıyor. Oysa öyle gazeteciler var ki “12 Eylül darbesini yapanların elini eteğini öpmüş, neredeyse sevinçten göbek atmış, övgüler dizmiş”, bugüne kadar ne 12 Eylül’cülerin ne de 27 Nisan muhtırasını yazan kişinin “mahkum edilmesi” için ağzını açmıyor. (Hatta 27 Nisan tam dokunulmaz halde..) Diğer tarafta ise cezaevine atılmış meslektaşlarına TV’lerden “teröristliği, darbeciliği” yapıştırıp mahkum olmaları için uğraşıyorlar.

CEVAPLANACAK SORU!

Asıl onlar için yazsın, konuşsun bakalım bu “kendileri pek kusursuz, pek bilgili” şahsiyetler, neden yapmıyorlar? Ve bir de şunu açıklasınlar; “50 gencin idam edildiği, işkence altında gençlerin hayatını kaybettiği” 12 Eylül darbesi ve darbecileri referandumdan bu yana neden hala mahkum edilmediler?

“Darbe yapmayanlar” yıllarca mahkumiyet gibi tutuklu bekletilirken, çok sayıda insana (daha önce darbe yapılmış olması “ihtimal üzerine böyle ağır ceza”ya hak doğurur mu?) ağır hapis cezaları verilirken “dehşet olayların yaşandığı bir darbe yapmış” olanlar, 27 Nisan muhtırasını verenler neden serbest? Kaldı ki 27 Nisan muhtırası kadar “orduyu zan altına sokan” bir gelişme daha yoktur son yıllarda ve mutlaka sorgulanmalıdır..

SIRÇA KÖŞK MÜ?

Sonuç olarak; sanatçı “görüşü ne olursa olsun özgürce açıklama hakkına sahip”tir, aynen diğer vatandaşlar gibi ama “topluma mal olmuş kişiler” olarak “öncelikli” şekilde.. O nedenle bu “konuşan sanatçıya yüklen arkadaş” komedisine son versek iyi olur.

Bir de.. Haksızlık olmasın diye hatırlatmak gerekir; Ayten Gökçer “sırça köşk”te yaşamıyor, mütevazı bir dairede oturuyor ve toplumun tüm sorunlarıyla da yakından ilgili bir sanatçı.. Örneğin “kadın ve çocuklara karşı şiddet” konusunu önlemek için bir aktivist gibi “maddi-manevi” en ön safta yer alır, bildiğim kadarıyla son olarak geçen hafta “Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu’na, yaptıkları ‘ensest’ araştırması için maddi destek” verdi. Siyasetçiler ve gazeteciler “bilmeden konuşmamaya, yazmamaya” dikkat etmelidir.

Ayrıca bugün Maşallah tüm siyasetçiler de “sırça köşk gibi evlerde” yaşıyorlar, yanılıyor muyum?

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget