Türkiye hakkında verilmiş, anadilinde veya
bir başka dilde savunma konusunda, anayasanın 90’ıncı maddesi uyarınca
öncelik taşıyan sözleşmelere, mahkeme kararlarına, aykırılık nedeniyle
ihlal kararı bulunmamaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
6/3-e maddesi ile Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar
Sözleşmesi’nin 14/paragraf 3/f maddesi, benzer biçimde “sanığın
mahkemede konuşulan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde, bir
çevirmen yardımından ücretsiz yararlanması” hükümlerini içermektedir. Bu
sözleşmelere dayanılarak kurulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ve
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’nin içtihatları, sorunun adil
yargılanma hakkı kapsamında “silahların eşitliği” ve “yargılamanın
çekişmeli” olup olmadığı yönünden incelendiğini ve çözüldüğünü
göstermektedir. Mahkeme ve Komite içtihatlarına göre, yargılandığı
mahkemenin resmi dilini anlamayan veya konuşamayan sanığın içinde
bulunduğu olumsuzluk, kendisine ücretsiz çevirmen sağlanmasıyla
giderilmekte ve bu durum adil yargılanma, silahların eşitliği,
yargılamanın çekişmeli yapılması ve ayrımcılık yasağı ilkelerine
aykırılık oluşturmamaktadır.
Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 202/1-3
ve 324/5 maddeleri, yukarıda vurgulanan sözleşmelere koşuttur ve
herhangi bir eksikliği yoktur. Türkiye hakkında verilmiş, anadilinde
veya bir başka dilde savunma konusunda, anayasanın 90’ıncı maddesi
uyarınca öncelik taşıyan sözleşmelere, mahkeme kararlarına aykırılık
nedeniyle ihlal kararı bulunmamaktadır. O halde, TBMM Genel Kurulu’nda
görüşülecek olan hükümet tasarısı ile CMK 202. maddesine 4. fıkra olarak
ekleme isteğinin amacı ve olası sonuçları kapsamlı bir şekilde
tartışılmalı ve değerlendirilmelidir.
Eklenmek istenen 4. fıkraya göre:
“4. Meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilen sanık;
a) İddianamenin okunması,
b) Esas hakkındaki mütalaanın verilmesi,
üzerine
sözlü savunmasını, kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği
başka bir dilde yapabilir. Bu durumda sanık savunma yapacağı oturumda
tercümanını hazır bulundurmak zorundadır. Bu imkân yargılamanın
sürüncemede bırakılması amacına yönelik olarak kötüye kullanılamaz.”
Anlamamak ve konuşamamak başka, mahkemenin resmi dilini, meramını
anlatabilecek ölçüde bilmesine rağmen, kendisini daha iyi ifade
edebileceğini beyan ederek başka bir dilde savunma yapmak istemi, başka
bir şeydir. Değinilen uluslararası sözleşmeler ve mahkeme kararları,
resmi dili bilmeye rağmen bir başka dil kullanılmasını hak olarak
saymamakta ve hiçbir ülke böyle bir uygulamaya onay vermemektedir.
Örneğin İsviçre CMK’nin 68, Alman CMK’nin 259 ve Fransız CMK 244.
maddelerinde olduğu gibi.
Tasarının zamanlaması ve süreç
gözetildiğinde, amacın, terörün önlenmesi yönünden ortaya konan ve uygun
görülen siyasi taleplerin yerine getirilmesi ve bu yönden gelebilecek
eleştirileri de adil yargılanma ve savunma hakkı tanıma ve bu hakkı
genişletme gerekçeleriyle karşılamak olduğu anlaşılmaktadır.
Tasarının yasalaşmasının sakıncalarına gelince;
A-
Tasarının yasalaşması, Lozan Antlaşması’nın tartışmaya açılmasına yol
açabilecektir. Antlaşmanın kesim III’te “Azınlıkların Korunması” başlığı
ile düzenlenen 37-45 maddelerinin Türkiye’nin Müslüman olmayan
azınlıklarına ilişkin olduğu açıktır. 45. maddede yer alan belirleme, bu
kesimdeki hükümlerin, Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıklarına
tanınmış olan hakların, Yunanistan’ın da kendi ülkesinde bulunan
Müslüman azınlığa tanındığı yolundadır. Bu itibarla, 39’uncu maddede yer
alan “Türkçeden başka dili konuşan Türk yurttaşların yargıçlar önünde
sözlü olarak bu dili kullanabilmeleri için gerekli kolaylıklar
gösterilecektir” hükmü sadece Müslüman olmayan ve azınlık sayılan Türk
yurttaşlar için uygulanacaktır. Ülkede yaşayan ve devletin kurucusu
bulunan, eşit haklara sahip, değişik kökenlere mensup yurttaşların
“azınlık” durumuna düşürmek ne akla ve ne de hukuka sığar. Tarihin
çöplüğüne gönderilen Sevr Antlaşması’nın ve onun 145’inci maddesinin
yeniden canlandırma çabalarının belirli çevrelerden destek alması
hazindir.
Tek taraflı bir irade ile Lozan Antlaşması’nın 39’uncu
maddesinin tartışmaya ve değişikliğe götürülmesi diğer akit üyelerin söz
hakkı ve taleplerini gündeme getirebilecektir.
B- Tasarı ile
tanınan, beyana bağlı başka dilden savunma olanağının kötüye
kullanılması, yargılamanın sürüncemeye bırakılması amacına bağlanmıştır.
Siyasi amaçlarla yapılabilecek istismarlara karşı hiçbir önlem
alınmamıştır.
C- Anayasanın 3’üncü maddesine göre, Türkiye devleti
ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür ve resmi dili Türkçedir.
Kamu hizmetlerinin anadilinde verilmesi çalışmalarına başlandığı ve
anadilinde eğitim yapılması gerektiği konularının, siyasi iktidar
tarafından dillendirildiği bir ortamda, tasarıda getirilen “daha iyi
ifade edebilmeye bağlı” başka dilde savunma olanağı, yargıda Türkçe
dışında dillerin kullanılmasına yol açar, ülkenin üniter yapısını
zedeler, yıpratır ve bozar. Bu haliyle tasarı, Anayasanın 3’üncü
maddesine aykırıdır.
D- Terörle mücadele bağlamında gelen siyasi
taleplerin karşılanması, yeni taleplere yol açacak ve devletin üniter
yapısı üzerindeki tehlike daha da yayılacak ve gelişecektir.
Türk
hukuk düzenlemelerinde bu eksiklik olmamakla beraber, eğer varsa sorun,
adil yargılanma ekseni üzerinden tartışılıp çözülmelidir.
Sabih Kanadoğlu/Türk Hukuk Kurumu Başkanı
Yorum Gönder