Yahu şu Erdoğan büyük adam vallahi…
Sadece fizik olarak değil, her açıdan
büyük. Ben onun yürüyüşüne hastayım. Boy uzun maşallah…
Zamanında futbol da
oynamış, tiyatro da…
Hani “ne iş olsa yaparım “cılar vardır ya, bizim başbakan
da öyle.
Bir başbakanlığı kalmıştı, onu da yapıyor. Hem ne yapmak…
Futbol oynadığı yıllardan sanıyorum, bacakları çarpık kalmış, ya da kundak
bozması…
Yeni Skoda otomobiller değil ama bizim gençliğimizdeki ” Skoda” ların
lastikleri çarpıktı, o nedenle nerede çarpık bacaklı birini görsek, “Skoda”
derdik.
Yani başbakan da baya bir Skoda.
Maşallah Allah boy vermiş. Bir de Kasımpaşalı…
Artık dayı mı diyelim,
külhanbeyi mi, tam olarak bilemiyorum.
Karşıdan yaylana dayılana bir geliyor
ki; kovboy filmlerindeki esas adam, kasabaya girince kasabalılar hemen
pencerelerini kapatır, kadınlar çocuklarını evlere çeker, dükkânlar kepenk
indirir, kendilerini az sonra oluşacak beladan mümkün mertebe korumaya çalışır
ya, korku filmi kahramanı gibi yiğidimiz, kendi gelmeden korku salıyor kasabaya.
Haberlerde görünce kendisini, ekranın bir köşesinde “7yaş + korku ve şiddet
içerir” ibaresi arıyor gözlerim.
Terslemeleri meşhur… “Bu böyle olacak”, dedi miydi, sıkıysa olmasın-,
yandınız…
Geçenlerde bir gece, bir kanalda rastladım kendisine, kavuncunun
önünde durmuşlar, elinde bir çatal, kavun yiyor.
Hem yiyor, hem yediriyor. Çatalı dürttüğü kavun dilimlerini gazete
muhabirlerine uzatıyor. Hesapta kendi elleriyle besliyor onları. Kime uzatırsa
çatalı, oltaya vurmuş sazan gibi atlıyor gazeteciler.
Sıkıysa yeme…
Gazetecilerden biri, “ben yemeyeceğim” deyiverdi. Başbakanın etrafındakileri
aldı mı bir telaş, dövünenler, dizlerini tokatlayanlar, tüh diyenler…
Başbakan
duruma çok bozuldu, renkten renge girdi, damarları belirdi suratında, şakakları
şişti, burun delikleri açılıp kapanmaya başladı…
Allahtan gazeteci yaptığı
hatanın farkına varıp attı kendini çatalın üzerine kahramanca, kaptı kavunu ve
şeyi kurtardı, durumu…
Ulan “salak”, padişahımız efendimiz sana ne uzatırsa
uzatsın atlayacaksın üzerine, yemeni istediği
şeyi afiyetle yiyeceksin…
“Muhterem” geçen gün yeni bir havaalanının açılışını yapıyor. Konuşması
Prompter’da yazılı, vaaz verir edasıyla okurken, birden metnin dışına çıkıyor ve
tuluata giriyor. Etrafındakiler gene çırpınmaya dövünmeye başlıyorlar. Görüntü,
güreş için çayıra çıkan yağlı yağız oğlanların peşrev çekmesine benziyor.
Efendimiz ne buyuruyor, diyerekten kulak kabartıyorlar. Bir de bakıyorlar ki,
ne görsünler? Bahis mevzusu “Muhteşem yüzyıl” dizisi değil mi? Yani çok uzun
bir süredir oynayan, milletin salya sümük seyrettiği, şehvetli dizi. Padişah
haremine dalıp, kadınları kucaklayıp bıraktıkça, sanki halk da kendini hareme
dalmış sayıyor. Padişahın doymak bilmeyen bir şehveti var.
Ülkedeki bütün güzel
kadınlar manken olsun, ikon olsun, arabalarla zor yetiştirilip sunuluyor
padişaha…
Esmer, sarışın demiyor, yerli yabancı demiyor, kucaklayıp kucaklayıp
bırakıyor gacıları.
Başbakanımızın yaptığı açıklamaya göre, diziyi seyreden cenabet oluyor ve
boy abdesti alması gerekiyor. Özetle günaha sokuyor bu dizi insanı.
Başbakanımızın söylediğine göre, bu kadınları “Süleyman” kucaklamamış. Bu
durumda padişahımızın erkekliği şüpheye düşüyor. Oysa padişah bu! Bunlarda altı
okka olur.
Gene başbakanımızın verdiği bilgiye göre, Süleyman 30 yıl at sırtında gezmiş.
Adeta atıyla bütünleşmiş. Acaba hiç mi atın sırtından inmez bu adam?
Beslenmesi, uyuması at sırtında mıdır? Çocukları olduğuna göre, çiftleşme
faslı da mı at sırtındadır? Peki, hacetini de atın üzerinden mi yapmaktadır?
Başbakanımız, “biz de padişahlarımız gibi her yola gideriz” diyor.
Yani onlara
özeniyor. İyi, tamam da sayın başbakan, sen ata binmesini bilmiyorsun ki! Bir
kere bindirmişlerdi seni, hem Allah şahidim hem de Türkiyeliler. Senin
ayakların atın üzerinden yere değdiği halde, afedersin, oncacık hayvanın
sırtından mabadının üzerine nasıl düşmüştün. Böyle sahnelerde dublör
kullanmalısın.
Tamam, sen de padişah olmak istiyorsun, iyi hoş.
Ata binemeyen padişah olur
mu? Madem padişahlıkta gözün, diğer arkadaşlarınla birlikte meclise atla gidin.
Meclisten de eve atla dönersiniz. Hem size alıştırma olur…
Üç bin korumanız da
sizi atla takip edip, peşinizden…
Tabi her birinizin üzerinde özel zırhlar
olacak ve atlarınızı koştururken, “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik”
şiirini okursunuz.
Sayın padişahım, pardon başbakanım, bu adamlar hem ata bindiler, hem de
attan inip haremlerinin tadını çıkardılar. Üstelik ayıp değil, günah değil…
Hem
de yasal… Dört karıya kadar alamıyor muyuz nasıl olsa? Ata binmek herhangi bir
şeye mani değil ki… Üstelik içoğlanları var biliyorsunuz. Savaş şartlarında
kadınlar savaş alanlarına gidip, o koşullarda, soğukta, ayazda çadırlarda
kalamayacakları için savaşa, soğuk kış günlerinde askerleri mutlu etmesi için,
bir de civelek taburu gidiyor. Civelek taburu, içoğlanlarından oluşmuş bir
tabur. Hatta şarkılarda, türkülerde civelek civelek, diye çokça geçer.
Dahası, padişahlar bir oturuşta bir kuzuyu yiyor, bir tokatta bir adamı
deviriyor. Adına da “Osmanlı Tokadı” deniyor malum. O müzede gördüğün padişah
kılıçlarını, bu günün üç-dört oğlanı zor kaldırıyor yerinden. Padişah böyle
boğa gibi güçlü olunca, müsaade edin üç-beş haremi de kucaklasın adam. Hem o
kadınlar ona helal, kadın kucaklamanın ötesinde…
Onu boğduracak kadar,
entrikalar çevirecek vakitleri de olmuş biliyorsunuz. Kundaktaki bebekleri dahi,
taht kavgalan yüzünden, gözlerini kırpmadan boğmuş, boğdurmuşlar. Ayrıca sizin o
övünmeye çalıştığınız padişahlarınız, “Türkiye topraklarını” da peşkeş
çekmişler düşmana. Bugün, övünülmesi gereken bir “Ata”ya ihtiyaç duyuyorsak, o
da hiç şüphesiz, ülkemizi düşmandan kurtarıp cumhuriyetimizi kuran Ata mız,
Atatürk’tür. Ovüneceksek, onunla övüneceğiz.
Padişahlığı yıkıp, demokrasiyi seçmişiz. Ha siz tekrar padişahlığı
hortlatmanın peşindeyseniz, o başka…
Her ne kadar sürç-ü lisan ettiysem affola…
Yorum Gönder