Almanya’nın Münih kentinden, Kayseri doğumlu
Bayram adlı yurttaşımızdan aldığım mektup şöyle
diyordu:
“Bugün 10 Aralık 2012 Pazartesi, 13 Aralık çağrısı yapan
makalenizi okudum. O gün orada olmayı canı gönüldün isterdim. En azından size bu
mektubu yazıyorum. Var kabul edin. Bugüne kadar size hep yazmayı düşündüm.
Yazamadım. Türkiye’ye yurtdışından pek çok kişi
transfer ediliyor. Bana sorsalar ne transfer etmek istersin diye, hâkim ve savcı
derim.
Malum Deniz Feneri davası var... Buradaki ayağı en küçük tereddüde
mahal bırakmayacak şekilde aydınlatıldı... Asıl sorumluların
Türkiye’de olduğu kesinlik kazandı. Davanın Türkiye
ayağı ise hâlâ aydınlatılamadı. Geçen haftaki yazılardan anlaşılıyor ki davaya
ışık tutacak telefon görüşmelerinin kayıtları silinmiş.
İleri demokrasi, hukuk devleti bu olsa
gerek...”
***
Bayram kardeşimin mektubu geçen haftayı en güzel şekilde
özetliyordu.
Önce13 Aralık’ta
Silivri’de olma isteğinden başlayalım... İletişim
fakültesinde toplumun tepkisini ölçmek için öğretilenlerden biri şudur; eğer bir
okur bir köşe yazarına o günkü yazısı için olumlu ya da olumsuz yorum yapmak
üzere ulaşmışsa, ortalama 100 kişi bunu yapmak istemiş demektir.
13 Aralık Perşembe günü Silivri kırsal alanındaki cezaevine kurulmuş
duruşma salonuna gelenleri bu yaklaşımla hesaplamak gerekir.
Münih’te oturan Bayram gibi
Türkiye’nin dört bir yanından
Silivri’ye gelmek isteyenlerin, gelenlerin 100 katı
olduğunu söylemek kesinlikle abartı değildir.
Hafta içi, soğuk bir kış günü 100 bin insan dağ başına gelip adalet
istediğini haykırarak söylüyor.
Bu, Türkiye tarihinde bir dönüm noktasıdır.
13 Aralık’ta adalet için
Silivri’ye gelin çağrısı yaparken şu noktanın altını
çizmiştik:
2012 yılı toplumsal buluşmaların bayraklaştığı bir yıl oldu. 1 Mayıs,
19 Mayıs, 9 Eylül, 29 Ekim, 10 Kasım hep birbirini çoğaltan buluşmalar oldu.
Bunların tümünün ortak özelliği anma ya da kutlama içerikli olmasıydı. 13 Aralık
ise insanların bir ortak istemi dile getirme buluşması olacaktı.
Öyle oldu.
Türkiye’de ilk kez bir mahkeme önünde 100 bin
kişi buluştu ve adelet istediğini haykırdı.
Her kesimden, her yaştan, her kentten insanlar yollara düştü. Demir
parmaklıkların arkasında adalet bekleyen, cezaevinin sınırları içindeki duruşma
salonuna gitmek için bile tam 16 kapı geçmek zorunda kalan bizler için bunun,
özgürlük kadar önemli olduğunu 100 bin kez vurgulamak
isterim.
İçimdeki ses ikide bir fısıldıyor; 13 Aralık adalet arama günü olsun,
13 Aralık ateşi sakın sönmesin, diyor.
Yürekten inanıyorum ki, bu ateş yakılmıştır. 13 Aralık bir rastlantı
değildir. Birikimin volkana dönmesidir. Öyle bir volkan ki hukukun, toplumsal
meşruiyetin milim dışına çıkmadan sesini tüm
Türkiye’ye hatta dünyaya duyurdu.
13 Aralık, 14 Aralık’ta da haber oldu. Kimi
yayın organları 14 Aralık Cuma günü şu haberi yaptı:
“Silivri 14 Aralık’ta
sessizdi!”
Daha çok hükümet yanlısı yayın organlarının öne çıkardığı bu haber,
özünde 13 Aralık’ın büyüklüğünün kabul
edilmesidir.
***
Bayramın mektubunun ikinci bölümünde yer alan Deniz Feneri
karşılaştırması halkın, her şeyin farkında olduğunu gösteriyor.
Türkiye’de hukukun üç ana seçeneği var;
Silivri hukuku, Habur hukuku, Deniz Feneri hukuku.
Düğme iktidarın elinde, kime hangi hukuk uygulanacaksa o devreye
sokuluyor.
13 Aralık, kabul edilemez, çoktan seçmeli uygulamaların tümüne karşı
bir toplumsal çıkıştı.
13 Aralık, gelinen noktada hukuku artık halkla birlikte aramak
gerektiğine inanan, kendisini tutsak hisseden insanların, yüz yüze olmasa bile
ruhen toplumla buluşmasıydı.
13 Aralık’ta
Silivri’de, adalet arayan her kesimden insan vardı. Bu
anlamda kimseye mal edilemeyecek ortak bir çıkıştır. Bunun yanında şu rakamın da
altını çizmeliyiz; 50’den fazla CHP milletvekili
vardı.
CHP, halkın adalet arayışında sorumluluk üstlendi. Bu sorumluluğun
anlamı önümüzdeki günlerde daha da büyüyecek. Buna inanıyorum.
13 Aralık, Anadolu’ya yayılarak bütün adalet
arayışlarının sembolü olacak.
Yorum Gönder