Silivri’de görev yapan özel
 mahkemeler yakın bir  geçmişte kaldırılmıştır, fakat gerçekte 
kaldırılmamıştır. Bir sistem  düşünün ki, aynı yasanın içinde 
mahkemeleri hem kaldırıyor hem de  görevinizi sürdürün, elinizdeki 
davaları bitirin diyor. Bunu kimseye  anlatamazsınız. Ama bugünkü gerçek
 budur.
Silivri’de
 hava kurşun  kadar ağır. İnsanlar gergin, insanlar öfkeli, barut fıçısı
 adeta.  Aralarında ayrım yapmaksızın yapılabilecek nitelemeler bunlar. 
Silivri’de  çok önemli davaların görüldüğü bir
 ortamda herkes birbirinden  şikâyetçi. Öyle bir kargaşa yaşanıyor ki 
herkes kendini ifade  edememekten rahatsız. Sanıklar niçin sanık 
olduklarının kendilerine  anlatılmasını istiyorlar. Hele tutuklu olanlar
 yargılama sürerken  cezalarının infaz edildiği düşüncesindeler. 
Avukatlar
 savunma görevini yapmalarına izin verilmediğini,  mahkemelere 
meramlarını anlatamadıklarını dile getiriyorlar; yargıçların  
kendilerine yasaların sağladığı olanakları tam olarak  
kullandırmalarının peşindeler. Yargıçlarla savcılar ise sanıkların ve  
avukatların mahkemeye karşı olması gereken tavırları göstermedikleri ve 
 işi zora soktukları kanaatindeler. 
Böyle
 bir ortamda, sinirlerin zemberek misali gerildiği bir  atmosferde 
adaletin gerçekleşmesi, ceza yargılamasında maddi gerçeği,  yani 
gerçeğin tam olarak kendisini bulmak mümkün olabilir mi? Olamaz  elbet. 
Oysa
 ceza yargılamasının ilkeleri ve kuralları bellidir. Her  olay yasalarla
 önceden belirlenmiş bir süreçten geçer. Yabancı dillerde  yargılama 
hukukuna “süreç hukuku” denilmesi
  bir rastlantı değildir. Bu sürecin yol haritası adım adım çizilmiştir.
  Yargılama işi buna göre yürütülür. Ancak haritanın yanlış okunduğu bir
  olayda doğru adrese varmak nasıl mümkün olmazsa, ceza adalet 
sisteminde  de doğrulara, en kısa tanımlaması ile adalete ulaşılamaz. 
Bu işin satır başları nelerdir? İşte şunlar: 
Yargılama,
 tabii yargıç ilkesine uygun olarak kurulmuş  mahkemelerde, bağımsız ve 
tarafsız yargıçlarla, güvenceli savcılarla,  yasaların verdiği hak ve 
yetkileri tam olarak kullanan avukatlarla  yapılır. Bu sayılanlardan bir
 teki dahi sağlanmadığında, o yargılama ne  hukuka uygun olur ne de adil
 olur. 
Silivri’de
 görev yapan özel  mahkemeler yakın bir geçmişte kaldırılmıştır, fakat 
gerçekte  kaldırılmamıştır. Bir sistem düşünün ki, aynı yasanın içinde 
mahkemeleri  hem kaldırıyor hem de görevinizi sürdürün, elinizdeki 
davaları bitirin  diyor. Bunu kimseye anlatamazsınız. Ama bugünkü gerçek
 budur. Buna ek  olarak bu mahkemeler baktıkları davalara yeni davalar 
ekliyorlar. Bunu  biçim olarak davaların birleştirilmesi yoluyla 
yapıyorlar. Temelde  birleşik yargılama sistemde vardır, fakat bu yöntem
 ömürleri biçilmiş,  önlerindeki davaları sonuçlandırmakla sınırlanmış 
olan mahkemelerde  uygulanmaz.  
Ceza 
yargılaması faaliyetinin en çarpıcı aşaması duruşmadır.  Duruşma, 
istisnalar dışında açık, tüm tarafların katılmasıyla sözlü  olarak 
gerçekleşir. Yasalar duruşmanın senaryosunu yazmıştır. O kadar ki  
duruşmada her işlem sıralanmıştır, birinciden sonuncuya kadar. Bu  
konuda kargaşaya gerek yoktur, yasayı doğru okumak ve uygulamak  
yeterlidir. 
Sanıklara önce suçlamalar 
anlatılmalıdır. Bunun için iddianame  okunur. Sonra sanıkların sorgusu 
yapılır. Daha sonra deliller ortaya  konulmalı ve tartışılmalıdır. Bu 
aşama son derece önemlidir, çünkü  gerçeği ortaya çıkarmak için ispat 
konusunu çözecektir. Bu yapılırken  her delil tek tek tartışılacaktır. 
Yargılamanın tüm tarafları her delil  için düşüncelerini söyleyecek, 
değerlendirmesini yapacaktır. Bu yöntemde  aksama olursa, yargılama 
sakatlanır.  
Dosyaya girmiş delillerin
 tartışması bittikten sonra, mahkeme  taraflara (savcılara ve 
avukatlara) bunların dışında tartışılmasını  istedikleri deliller olup 
olmadığını soracaktır. Bu tavır bir açıdan  varılacak sonucun adil 
olması için elzemdir, bir açıdan da adil  yargılanma hakkını 
gerçekleştirmek bakımından. 
Aslında 
belirtmem gerekir ki, Yargıtay özellikle uygulamada  tevsii tahkikat 
(soruşturmanın derinleştirilmesi) adı verilen yukarıdaki  sürecin bir 
davada gerçekleşip gerçekleşmediğini araştırmakta, bu  konudaki 
aykırılıkları tespit ettiğinde kararları bozmaktadır. 
Kısaca çizmeye çalıştığım bu tablo içinde, Silivri’de
  yaşananlar dikkate alındığında, savunma tarafı delillerin tam olarak  
toplanmadığı, tartışılmadığı, işin aceleye getirildiği kanaatindedir.  
Oysa aceleye gerek yoktur. Ülkemiz için olağanüstü önem taşıyan bu  
davalarda, “duruşma salonları kargaşa ve çekişme ortamları değildir, aksine hak ve adaletin dağıtıldığı platformlardır” yaklaşımını
  ortaya koyacak tavırları, yargılamayı gerçekleştiren yargıçlardan,  
savcılardan ve avukatlardan beklemek bu ülke insanının hem hakkıdır hem 
 de beklentisi. 
Son söz: Yazımı okuyan hukukçular “Hocam biz bunları zaten biliyoruz” diyebilirler.
  Onlara iki sözüm var. İlki, ben bu yazıları bu ülkenin hukukçu olmayan
  insanlarını aydınlatma çabası ile yazıyorum. İkincisi, yargılamada 
görev  yapan hukukçuların tümü yukarıdaki ilkelere uydukları takdirde, 
bundan  herkes kârlı çıkar.
 Erdener Yurtcan/Cumhuriyet
 

Yorum Gönder