AKP’nin Başbakanı R.T Erdoğan, Türkiye İhracatçılar Meclisi’nden yaptığı konuşmada tarihe ve dilbilime eşsiz katkılarda bulunuyor. Okuyup müstefit olalım, yani yararlanalım:
“Fetih dediğiniz kavram, kusura bakmayın, savaşarak, birilerinin boynunu kopartarak, işgal ederek, sömürmek için yeni topraklar elde etme girişimi değildir. Fetih tam tersine, kapılardan önce kalpleri açma girişimidir. Fetih, bir medeniyeti, sevgi medeniyetini yakın ya da uzak diyarlara taşımaktır. Fetih kılıcın değil, kalemin egemenliğine inanmaktır. Onun için İstanbul’un fethinde Bizans’ın hanımları Fatih Sultan Mehmet’i, Akşemsettin’i karşılarken ‘başımızda kardinal külahı görmektense Osmanlı sarığı görmeyi arzu ederiz’ demişlerdi. Çünkü birinde adalet vardı, birinde zulüm vardı. Bunu çok iyi biliyorlardı.”
Tarihe tersinden yapılan değerli katkılar!
Acaba öyle mi?
1.Osmanlıca-Türkçe sözcüklerde “FETH” (Fütûh; Fütûhât) şu anlamlara geliyor: 1. Açma, açılma; 2. Başlama; 3. Kuşatma, zapdetme.
“Feth”in kendi başına “Kalpleri açma girişimi” diye bir anlamı yok. Ancak isim tamlaması yapılarak, belki, böyle bir anlam üretilebilir.
Demek “Allah! Allah!” naralarıyla, yeri göğü inleterek, Konstantiniyye, Viyana ve Budin kal’alarına saldıran yeniçeriler ellerinde kalem tutuyormuş. Saptırma dediğin böyle olur işte!
2. Osmanlı, fethettiği topraklara herhangi bir uygarlık değil, kadı, zaptiye ve yeniçeri götürmüş ve bunu yaparken kendi öz dili Türkçeyi unutup Arapça-Farsça karışımı bir dil (Lisan-ı Osmanî) icat etmiş ve Türkleri “Etrak-ı biidrak” (İdraksiz Türkler) olarak tanımlama lütfunda bulunmuştur.
3. Tarih kitapları Osmanlı’nın gittiği yere rüşveti götürdüğünü, rüşveti buralarda kurumsallaştırdığını yazıyor.
4. Bizans kadınlarının Fatih Sultan Mehmet ve Akşemsettin’i karşılamasına gelince: Bizans kadınları neden işgalciyi karşılasınlar, olsa olsa korkuyla bakmışlardır. Başbakan Bizans kadınlarına “Natasha” muamelesi yapıyor. Başbakan’a göre Bizans “Aspasya”ları gönül ve bağırlarını Fatih Sultan Mehmet’e açmışlar. Peki Akşemsettin’in orada işi ne? Bu da sahneye İslâmî hava vermek için eklenmiş bir tevatür.
Başbakan sayesinde Bizanslı Aspasyaların Katolik kardinalinin külahı yerine Osmanlı sarığını tercih ettiğini öğreniyoruz. Bizim okuduğumuz laik okullarda bu cümleyi Ortodoks papazların söylediği yazıyordu. Doğrusu: Efes Piskoposu Markos Evgenikos. Demek ki imam-hatip mekteplerinde bir başka tarih okutuluyormuş.
5. Osmanlı eğer fethettiği ülkelere kendi uygarlığını, kendi dilini, kendi kültürünü, kendinde olmayan adaleti götürmüş olsaydı, ne Avrupa’dan, ne Arap memleketlerinden ne de Afrika’dan gerisin geri gelmezdi. Bazı insanlar, kimi halklar, ya kılıç korkusundan ya da yerel çıkarlardan dolayı Müslüman olmayı seçtiler. Tıpkı Ortodoks Sırpların zulmünden kurtulmak için Müslüman olan Sırp Bogomiller gibi. Bunlara daha sonra “Boşnak” denildi.
Osmanlı kendisine haraç vereni, özel vergileri zamanında ödeyenleri rahat bıraktı. İşte buna “Osmanlı adaleti” diyorlar.
Tarih uydurmak
En resmi Osmanlı dönemi tarihçileri bile Başbakan’ın söylediklerini doğrulamıyor. Ben fakir Başbakan’a Koçi Bey’in iki risalesini bulup okumasını tavsiye edeceğim:
Koçi Bey risalesi, Osmanlı Devleti’ndeki yozlaşmaları ele alan, bozulmaların nedenleri ve çözümleri ile ilgili öneriler sunan, Koçi Bey isimli Arnavut kökenli bir şahsın yazdığı ve padişaha sunduğu raporlardır. Bu risalelerde, Osmanlı devlet düzeninin dayandığı esaslara değinilmekte ve bozulmaların nedenleri, biçimleri ele alınmaktadır. Koçi Bey, XVII. Yüzyıl eleştirisini yapmaktadır. Saray ve İstanbul’un durumu kötü, devlet idaresi yozlaşmış, değersiz devlet adamlarının cirit attığı, isyanların ve iktisadi çöküntünün kendini hissettirdiği bir dönem. Risaleler, IV. Murad ve Sultan İbrahim’e sunulmuştur.
Koçibey’e göre: 1.Padişahın etrafında dalkavuk devlet adamları vardır ve bu yüzden padişah, halkın sorunlarından uzaktır. 2.Tımar ve Zeamet sistemi bozulmuş, topraklar verimsiz, halk rahatsızdır.3. Rüşvet artmış, memuriyet alım satımı yapılmaya başlanmıştır. 4. Kuruluş felsefesi, disiplin ve devletin bekası olan Yeniçeri ocağı artık silahını, padişah, devlet ve millete çevirmiştir.
Günümüzden tavsiyeler
Başbakan’ın imam-hatip mektebinde, Milli Türk Talebe Birliği’nde, İlim Yayma Cemiyeti’nde ve Komünizmle Mücadele derneklerinde öğrendiği tarih gerçek bir tarih değil.
Kendisine ve hayranlarına birkaç kitap tavsiye edeceğim:
1. Prof.Dr.Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi. 1.Cilt: 1243/1453; 2. Cilt: 1453-1559. Cem Yayınevi; - Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, “Celali İsyanları”, Bilgi Yayınevi.
3. Prof.Dr.Ahmet Mumcu, Osmanlı Devletinde Rüşvet (Özellikle Adli Rüşvet), İnkilap Kitabevi; - Osmanlı Hukukunda Zulüm Kavramı, Birey ve Toplum Yayınları; - Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl, Birey ve Toplum Yayınları.
***
Türkiye’nin İktisadi ve İctimai Tarihi’nin 2. Cilt’inden bir alıntı: “Bu padişahın (Yavuz Sultan Selim) son yıllarında, zamanının, Türkiye’deki iç düzen yönünden pek kötü olduğunu, tarihçilerin önemle kaydettikleri pek çok olaylar doğruluyor. Bu padişahın son yıllarında, şehirlere ne zamandan beri yığıldıklarını söylediğimiz boş levendlerin işledikleri hırsızlık, soygun, cinayet, fuhuş, sarhoşluk gibi suçların Bursa’da sebep oldukları şikayetler...”(S.462).
Mustafa Akdağ’ın Aşıkpaşazade’ye dayanarak, Fatih döneminde bile altın ve gümüş sıkıntısı çekildiği ve “akçe”nin sağlam para olmadığını yazıyor. (2. Cilt. Sb395)
Yorum Gönder