Radikal Dinci kesimin Atatürk ve Türk Ordusunun ülkeleri ve Türk Halkını kurtarmak için 11 yıllık bir savaş dönemi içinde muhtelif cephelerde savaşırken tasarladıkları ve ülkeyi iç ve dış düşmanlardan kurtarır kurtarmaz kurdukları Cumhuriyet ile hesaplaşmaları, iktidar olmanın nimetlerinden azami ölçüde yararlanarak devam edip gidiyor. Öç alma arzusu durmak nedir bilmiyor. Bu kin ve özellikle Orduya ve tabii ki Laik kesime yönelik baskılar sanki kitaplarda ve anılarda okuduğumuz Milli Mücadele Döneminin ünlü Padişah ve Şeyhülislam fetvaları gibi bu ülkenin en dürüst, en çalışkan ve en başarılı insanlarını kasıtlı bir şekilde kelimenin tam anlamıyla bozuk para gibi harcıyor.
Ülkede garip bir adalet anlayışı ve garip bir yargılama oluşturuldu. Geçen 89 yıla pek ulaşamasalar da nihayet 32 yıl öncesine gidildi. 1980 darbesinin liderleri 90 yaşını çoktan geride bırakmış Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya yargılanıyor. Bu radikal İslamcıların değil ama Türk Ulusunun hakkı, demokratik bir ülkede hiçbir ayrım gözetilmeden herkes kanun karşısında hesap verme mecburiyetindedir. Ancak nankörlük etmeden o günleri yaşayan herkes 11 Eylül 1980 günü ve öncesini hatırlamak zorundadır. Benim garibime giden sanki ülkede hiçbir sorun olmadan, ülke 4/4‘lük sağlam bir demokratik düzen vardı da bu iki general ve arkadaşları gelip iktidara el koydular anlayışının öne sürülmesidir.
Darbeyi kimse istemez, size garip gelebilir ama Türkiye’de darbelere karşı olan en önemli kurum; işte bu gün darbe heveslisi gibi gösterilen Türk Ordu mensuplarıdır. Onların da derdi sivil yöneticilerin kişisel ve örgütsel menfaatlerini ön plana çıkararak ulusun yönetiminde aksaklıklara sebebiyet vermeleridir. Tarihsel gelişimimizden öğrendiğimiz kadarı ile Darbe yapan subay; bu işi ulusunun yüksek menfaatlerini korumak için başka çare kalmadığı düşüncesi ile ,idam veya kurşuna dizilmeyi göze alarak harekâta girişir. Bu nedenle her iki komutanın yargılanması kararı eğer gerçek bir demokratik düzene geçiş arzu ediliyor ve çağdaş inkılâplar nedeni ile Ordudan intikam almak arzusu taşımıyorsa ulusça saygı ile karşılanır. Bu olayda tiksinti uyandıran husus;11 Eylül, Ağustos veya geriye doğru aylar içinde yaşadığımız çirkin ve dengesiz olayların göz ardı edilmesi veya unutturulmak istenmesidir. Her şeye rağmen herkesin aleyhine döndürüldüğü bu iki lidere bir insan bir yurttaş olarak şunu söylemek isterim ki ben ve ailem o büyük kaos ve kabus döneminden bizi kurtardıkları için kendilerine minnet borçluyuz
Bizim bugün temas etmek istediğimiz iki isim: bir Em Albay, 1980 Mamak Askeri Cezaevi Komutanı Raci Tetik ve bir Em. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğdur. Raci Tetiği gençlik günlerinden beri tanırdım. Hatırladığım kadarı ile dürüstlüğü ile dikkati çeken, sağlam karakterli ve tam anlamıyla vatansever ve arkadaşları arasında yardımseverliğiyle tanınmış ve zannederim dağ ve komando eğitimi almış bir subaydı.
Askerler arasında detektörle kötü adam arayanlar ve onların yardımcıları 1970-80lerin şimdiki günlerde çoğu kelli felli siyaset adamı olmuş sağcı veya solcu teröristleri, sonunda 32 yıl geriye giderek artık 80li yaşlarında bin bir sağlık sorununa karşı hayatta kalma mücadelesi veren Albay Tetik’i hedef gösterdiler ve hakkında soruşturma başlattılar. Tabii şimdi milletvekili sırasında oturan eski militanlar bu fırsatı kaçırmadan devreye girip albayı sıkıştırmaya başlamışlar, bunlardan biri olan BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder ile Alb. Tetik arasında geçen konuşma basına yansıtıldı. Bu gelişme bu gün özellikle teröristlerle mücadele eden genç görevlilere ders olacak mahiyette, görevinizi istediğiniz kadar mevcut talimat ve yönetmelikler çevresinde iyi yapmaya çalışın, yıllar sonra bir gün böyle ithamlara maruz kalabilirsiniz ve bu gün terörist olarak tanımladıklarınız yarın birer özgürlük kahramanı olarak karşınıza çıkarılabilirler. Albay Tetik onu tanıdığımız gibi, asla ezilip büzülmeden ayakta dimdik durarak, kendisine karşı yapılan baskı ve saldırıları karşılamaya çalışıyor. Bu yoldaki mücadelesinde onu ibretle izliyoruz.
Darbe yapmayı planladığı gerekçesi ile tutuklu olarak yargılanması gerektiği nedeni ile bildiğimiz malum hukuki oyunlardan biri ile Ergenekon adı verilen davaya bulaştırılan Em. Orgeneral İlker Başbuğa gelince; Onu tanıdığım zaman Harp Akademisi ikinci sınıf öğrencilerinden biriydi. Bu sınıfta yetenek ve görüşleri bakımından dikkatimi çeken yetenekli genç subaylardan biriydi. Onun için fazla bir şey söylemeyi gereksiz buluyorum. Sadece şu kadarını belirtmeden geçemeyeceğim. Ders yılı bitmeden Napolideki NATO Karargâhına tayinim çıktı. Ayrılmadan önce benden dereceye girecek üç isim ve Akademiden refüze edilmesini teklif edeceğim isimleri istendi.
Prensip itibariyle Akademinin ikinci sınıfından mezun olma yerine, refüze edilme anlayışına karşı olduğumdan bu konuda hiç isim vermedim. Ancak derece yapması gereken ve eğitim dönemi süresince beni çok etkileyen üç yüzbaşının ismini verdim. Bunlar; eğer 40 yıl önceki olaylarla ilgili hafızam beni yanıltmıyorsa, İs. Yüzbaşı Oltan Evren, Topçu Yüzbaşı İlker Başbuğ ve Muhabere Yüzbaşı Hıfzı Özdemirdi. O dönemde dikkatimi çeken bir başka öğrencim Yüzbaşı Fethi Tunceldi. Diğer hocalarda aynı kanaatte olmalı ki bu subaylar dereceye girip ilk üçü paylaştılar. O zamanki inancıma göre bu subaylar geleceğin çağa uygun modern Türk Ordusunun temel taşları olacaklardı.
Listenin başındaki isim İlker Başbuğ idi sonraki mesleki yaşamında büyük başarılar göstererek Türkiye’nin Genelkurmay Başkanlığına kadar yükseldi. Oltan Evren zannederim ki Tümgenerallikten emekli oldu. Hıfzı Özdemir’e gelince; uzun yıllar İzmir NATO Komutanlığında görev yaptı, bütün uyarılarıma rağmen oradan ayrılmadı ve büyük bir yetenek adeta orada kayboldu ve zannederim Kur. Alb. Olarak emekli oldu. Fethi Tuncel Orgeneralliğe kadar yükseldi ve zannederim Ege Ordu Komutanlığından emekli oldu.
İlker Başbuğ galiba benim gibi daha sonra yurt dışında İngiltere Kara Kurmay Koleji eğitimi almış ve dönüşte Harp Akademilerinde öğretmenlik yapmış, tıpkı yıllar önce tahmin ettiğim gibi kelimenin tam anlamıyla çağdaş bir komutan olmuştu. Hukukçu olmadığım ve iddianameyi yakından inceleyemediğim için tam olarak neyle itham edildiğini bilmiyorum. Sadece basın yayın organlarından anladığımız kadarı ile “ İktidara karşı bir darbe yapmayı planladığı gerekçesi” ile yargılanıyormuş. Bu iddiayı ortaya atanlar ve bu iddiayı ciddiye alanlar galiba askerlik yapmamış olmalılar, çünkü bir genelkurmay başkanının ne olduğunu galiba pek bilmiyor gibiler. Bir Genelkurmay Başkanı eğer darbe yapmak istiyorsa sadece bir emir vermesi yeterlidir.
Bana göre tam tersi General Başbuğ bu ülkede darbe dönemini kapayan, sorunların siviller tarafından ve demokratik usullerle çözülmesine imkân hazırlayan subay olmuştur. Yargının ve siyasetçilerin Ordu mensupları aleyhindeki ağır tahrikler ve müdahalelerine rağmen Hukuk kurallarına saygılı olmuş, mümkün olduğu kadar sükûnetini muhafaza etmiş, astlarının tutuklanması, hırpalanması ve yargılanmaları karşısında herkes ondan faşizan çıkışlar beklerken, o demokrasiye olan inancını kaybetmemiş ve ülkeyi yeni bir büyük kaostan kurtarmıştır.
Onun böylesine siyasi ve hukuki manevralarla kasıtlı olduğuna inandığımız yargılanmasını, bir gün ülkemizde gerçek anlamda bağımsız yargı elemanı özgür ve dürüst savcı ve hâkimlere, yargı elemanlarına kavuşacağımızı hayal ederek dikkatle izlemeye devam edeceğiz.
Dr. M. Galip Baysan
Yorum Gönder