“Milletvekili dokunulmazlığı” kavramı, tıpkı “basın özgürlüğü” gibi adı dolayısıyla ilk bakışta yanlış anlaşılmaya çok elverişlidir.
İlk duyduğumuzda, dokunulmazlığın, milletvekiline tanınmış bir
ayrıcalık olduğunu düşünebiliriz; tıpkı basın özgürlüğünü de basın
mensubunun özgürlüğü sanabileceğimiz gibi.
Tabii ki dokunulmaz olan milletvekilidir, özgürlükten yararlananlardan biri de gazeteci...
Ama bu ayrıcalıkların, esas sahipleri konusunda yanılmamak
gerek. Milletvekili dokunulmazlığın asli sahibi değil, onu asıl sahip
adına taşıyan aracıdır, tıpkı gazeteci gibi...
Her iki halde de hakkın asıl sahibi millettir. Milletvekili ve gazeteci emanetçidirler.
PKK militanlarıyla kucaklaşan BDP’liler yüzünden, dokunulmazlıklar konusu şu anda siyasi gündemimizin baş sırasına kuruldu.
Dokunulmazlığı tartışırken bir noktayı vurgulamak gerek.
Demokrasiler, dokunulmazlık rejimleridir. Orada yalnız milletvekili
değil, herkes “dokunulmaz”dır.
Bu dokunulmazlık; aksi, adil yargı tarafından delillere
dayanarak ispat edilene kadar, yurttaşın masum olduğu, masum insanlara
kimsenin dokunamaması demektir.
Yani demokraside dokunulmazlık esastır, dokunulurluk istisna...
Dokunulmazlıktan dokunulurluğa dönüşmenin koşulları da yasalarla belirlenir.
***
Yani insanlar ”Fikrimi rahatça söylerim, yazarım, onun çevresinde örgütlenebilirim, kimse bana dokunamaz” diyebiliyorsa orada demokrasi vardır; diyemiyorsa yoktur.
Başka deyişle demokrasinin kutsal dokunulmazlık kuralı adil yargıyla mümkündür.
Adil yargı da yargı bağımsızlığıyla... Yargı bağımsız değilse adil de olamaz.
Adil yargı olmayınca da özgürlüklerin dokunulmazlığının güvencesi olamaz.
Şu anda ise BDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını emreden Tayyip Erdoğan’ın isteğine karşı çıkan CHP’nin yanı sıra AKP’liler de hoşnutsuzluklarını dile getiriyorlar. Eğilim, tüm dokunulmazlıkların yalnız kürsüyle sınırlandırılması.
İlk bakışta, bu çok yerinde bir tavır gibi görünüyor. Öyle ya! BDP’lilerin
dokunulmazlıklarını kaldırırken hırsızlık, uğursuzluk, sahtekârlık,
ihaleye fesat karıştırma gibi suçlamalarla karşı karşıya bulunanları
koruyucu kalkan arkasında tutmayı sürdürmenin savunulabilecek bir yanı
yok gibi görünüyor haklı olarak.
Ama diktaya giden yolların özgürlük olarak gösterilen tuzak
taşlarıyla döşeli olduğu bir ülkede, biraz daha dikkatli olmak gerekir.
***
İlk kez bu sütunda 1 Aralık 2012 günkü yazımda, bu konuya
dikkat çekmiş ve yargı dokunulmazlığının kürsüyle sınırlandırılması,
milletvekillerinin bunun dışında kalan suçlamalarda, yargı önünde hesap
vermelerinin ancak bağımsız, adil yargının yürürlükte olduğu ülkelerde
anlam taşıdığını, aksi takdirde kıymeti olmadığını vurgulamıştım.
Ne yazık ki, bu gerçek hâlâ yeterince kavranmıyor. Oysa şu
anda, iktidar milletvekillerinin herhangi bir yargı önünde hesap
vermeleri söz konusu değil. Çünkü artık bağımsızlığını yitirerek
yandaşlaşan yargının iktidar mensuplarına hesap sorması imkânsız.
Deniz Feneri davasına bakın ve söyleyin! “Kim hesap veriyor?” Evet soruyorum:
- Deniz Feneri mi soruşturuldu, Deniz Feneri’ni soruşturmaya kalkanlar mı?
Yargı bağımsızlığının tarihe karıştığı Türkiye’de, pratikte milletvekili dokunulmazlığı yalnızca muhalefeti koruyor. Çünkü iktidarda olanlara dokunabilecek bir yargı yok.
Bütün dokunulmazlıkların yalnız kürsüyle sınırlandırılması gibi
ilk bakışta kulağa hoş gelecek bir yola saparken çok dikkatli olmak ve
bugünkü totaliter dikta iktidarının bu yolda neler yapabileceğini bir
kez daha düşünmekte yarar var.
Yorum Gönder