Bitmeyecek dava; Kin! - Ruhat Mengi

Bu işaretlerin en önemlisi “darbe hazırlığı” iddiasından çok bu davalardan “bir düşmanlık, bir kin havası”nın yayılıyor olmasıdır.

Bitmeyecek dava; Kin! - Ruhat Mengi
Ergenekon, Balyoz, Oraj vs..vs.. Ortaya çoğumuzun birbirine karıştırdığı, “hangisinde ne vardı, neyle suçluyorlardı” hatırlayamadığımız bir sürü siyasi dava çıkardılar yıllar önce.. Ülkenin başarılı gazetecileri, saygın üniversite rektörleri, dünya çapında ün kazanmış ve Türkiye’nin adını duyurmuş bilim adamları, en çalışkan en başarılı-sayısız ödül sahibi sivil toplum kuruluşu başkanları, emniyet müdürleri, hayatını “terörle mücadele ederek geçirmiş” askerleri, kısacası tek tek sayılamayacak kadar çok sayıda “tanınmış” insanı içeri tıktılar.

Ki aralarında “kendisine karşı darbe hazırlandığı” iddiasıyla sivil asker yüzlerce insanın içeri tıkıldığı “Hükümet”le yıllarca birlikte çalışmış olan (ve Hükümet yöneticilerinin de “uyum içinde çalıştık” dediği) Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ da var, unutmayalım. Burada özellikle “içeri tıkma” deyimini kullanmamın nedeni siyasetçiler tarafından “bizim içeri tıktıklarımız” şeklinde de kullanılmış olmasıdır bu yıllar zarfında..

TÜRKAN SAYLAN’I BİLE..

Her neyse gelmek istediğim nokta şu; ismi ne olursa olsun bu “ihtilal yapacaklardı, darbeyle hükümeti indireceklerdi” iddiaları imzasız mektuplarla, sonradan ortadan kaybolup bir daha adı anılmayan “haham” gibi ne olduğu belirsiz kişilerin senaryolarıyla, e-postayla yapılan imzasız ihbarlar-suçlamalarla öyle genişletildi, öyle “asla alakası olmayacak” isimler ki bunlardan biri “sırf adını, başarılarını, ülkesine yaptığı iyilikleri kötülemek için” bin yalanla Ergenekon’a yapıştırılmaya çalışılan ama zamk tutmayan “Türkan Saylan”dır, -hayatının son günlerini acımasızca ona zehir ettiler- dahil edildi ki sonunda bu davaların hepsi birden inandırıcılığını yitirdi.

Tabii bu darbe iddialarıyla başlatılan davaların “inandırıcılığını yitirmesi” ve sonuçta “adalete olan güven”in de hızla azalması olayında çok şeyin rolü var.. Mesela: “operasyonlar patlatılırken” arka arkaya öne sürülen ve bazı medya organları tarafından manşetlere çekilen “suikast iddiaları, ihbarlar” üzerine durdurulup içinden ‘ahçı, bahçıvan gibi’ alakasız kimselerin çıktığı minibüsler, arazilerden-denizden-döşemelerden ‘arsız sarmaşıklar gibi’ fışkıran ve her ne hikmetse hepsi de ‘eliyle koymuş gibi’ bulunuveren (ve çoğu kullanılamayacak durumda) silahlar ve benzeri olayların operasyonlar bittikten sonra birden kesilivermesi.. Mesela polislerin iddianamelere ‘sehven (yanlışlıkla) yaptık’ dedikleri ilaveler yapması, mahkemelerin inatla yok saydığı uluslar arası bilirkişi raporları, Tokat’taki PKK saldırısında daha PKK olayı üstlenmeden önce atılıp ‘bu saldırıyı PKK değil başka örgütlerin yaptığı’nı öne süren siyasetçiler (hemen arkasından PKK açıklama yaptı), tüm bu davalarda ortaya kesin ve inandırıcı kanıtların konamaması ve buna rağmen insanlara yıllarca mahkum hayatı yaşatılması artık sabırları taşma noktasına getirdi.

MİLLET VE MEDYA SORGULAR

Bu taşma noktasında Silivri’de son Ergenekon duruşması sırasında binlerce kişinin toplanıp “adalet istiyoruz” diye bağırmasına, çıkan olaylara bile hala “sanki halkın tepkisi değil de belli partilerin organizasyonu” olarak bakılması ve topluma böyle empoze edilmesi olacak şey değil tabii. Aradan yıllar geçti, o insanlar “tutuklusunuz” denerek yıllarca küçücük hücrelere tıkıldılar ve bir sonu olmalı bunun artık.. Daha birkaç yıl, milyonlarca sayfalık dosyalar giderek azalacağına “kabartılarak” bu işkence çektirilemez. Dünyanın en ilkel toplumunda bile tepki yaratır bu haksızlık.

İşin en korkunç tarafı; Genel olarak tabloya, bugüne kadar yapılanlara-yaşananlara, “tutuklular” ile “20 yıla yakın hüküm giymiş olan”ların anlattıklarına, belgelerle-raporlarla ortaya koydukları gerçeklere, onlara sunulan “katillerden beter şartlara” baktığınızda “ne yaparsanız yapın orada kalacaksınız” sonucuna gelindiği görülüyor. Bir yanda darbe yapmış, muhtıra vermiş isimler serbestken, “ordu darbe yapacaktı” denmesine rağmen o dönemde ordunun başındaki isimler “tam Fransız” halde bir kenarda dururken diğer yanda bunların olması doğal olarak akla bin çeşit soru işareti getiriyor. Bu işaretlerin en önemlisi “darbe hazırlığı” iddiasından çok bu davalardan “bir düşmanlık, bir kin havası”nın yayılıyor olmasıdır.

Sanki bu “katillerden ağır cezalar” muhalefet partileriyle çekişme, onları cezalandırma amacı güdüyormuş gibi, sanki muhatap o partilermiş gibi kabul edilemez bir hava bu.. Öyle olmasa, artık bunca yıl sonra bitirilmesi gereken tutukluluklar hala “yeni sayfalar, dosyalar eklenerek, birbiriyle alakasız olaylar birleştirilerek” çok daha uzun yıllara yayılmak istenir miydi? Ve görüntü tam da buyken halk ve medya bunu sorgulamaz mı? Hukuk varsa, vicdan varsa “parti ayırımı gözetmeden” sorgulaması gerekmez mi?

28 ŞUBAT SORGULANIYOR, YA O?

Gösteri yapanların hatta pankart taşıyanların, yazı yazanın, sivilin askerin cezalandırıldığı ve “terörist” damgası yediği bir “hukuk” devletinde Habur’dan gelen (ve “silah bırakmadık, liderimiz istediği için geldik” diyen) PKK teröristlerinin davul zurnayla, ayağına mahkeme kurularak karşılanması nasıl açıklanabilir?

Bütün bu davalarda asıl mesele artık “hukukun tümüyle ortadan kalktığı”na inandıran görüntüdür. Türkiye bu yargı sorununu daha uzun süre taşıyamaz. Balyoz’uyla Ergenekon’uyla “darbe iddiaları”nın aylara-yıllara yayılmadan sonuçlanması gerektiği gibi yakında “gerçek darbeci ve muhtıracılar”ın ve “iddiaların geçtiği dönemin TSK komutanlarının” sorgulanması da kaçınılmaz olacaktır.

Allah aşkına, Balyoz iddiaları döneminin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman “sanat sohbetleri yapar, sahne eserleri yazdığını anlatırken”, büyük darbe hazırlığı iddiası döneminin Genelkurmay Başkanı Özkök hiç ilgili değilmiş gibi gezinirken, “TSK darbe yaptı” noktasına getirilen 28 Şubat’ta TSK’nın başında bulunan Karadayı sorgulanmazken “emirlerindeki yüzlerce askerin ve dahi o süreçte öğrenci olanların mahkum edilmesi” kadar büyük hukuk çelişkisi olabilir mi, söyleyin!

Mesela; acaba Karadayı konuşsa, başta Batı Çalışma Grubu olmak üzere bildiklerini “mahkemede” açıklasa bu dava daha kısa mı sürer, yoksa yön mü değiştirir? Bu sorular cevap bekliyor!

*****
Dikkat çeken bir nokta!

Bütün bu olaylarda dikkat çeken bir nokta da şu; “belli bir görevi yerine getirenler” bir şekilde ortadan çekiliveriyorlar. Mesela yüzlerce kişiyi tutuklatan savcılar başka göreve alınarak isimleri siliniyor, bugün hala kesin kanıt ortaya konulamayan davaları daha ilk günden, olaylar henüz yargıya yeni gitmişken “sanki kanıtlanmış gerçekmiş gibi, davalar sonuçlanmış gibi” ve “mahkemeyi etkileyecek keskin vurgularla”, meslektaşlarına bile “yargısız infaz” yaparak TV’lerde, manşetlerde verenler suskunlaşıyor veya çekiliyor.

Anayasa raportörü olarak tarafsız konuşması gerekirken o görevde “siyasetin alasını yapmış”, görevinden yararlanarak halkı-medyayı yönlendirmiş olanlar daha pasif alanlara çekiliyor, bunun gibi örnekler.. Neden acaba, bilen var mı?

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget