13 Aralık 2012 tarihi demokrasi ve geçerli hukuk açısından son derece önemli bir halk hareketine sahne olacak.
Silivri’deki özel yetkili mahkemenin Türk Demokrasisi’ne ve Türk Hukuku’na verdiği zararlar işte o gün sorgulanacak.
Aslında gözleri kapalı, kulakları tıkalı bir medya bunun farkında değil ama 13 Aralık olayı tarihimizde bir ilki teşkil ediyor. Uzak ve yakın geçmişimizde böyle bir olayla ilk defa karşılaşacağız.
Yassıada’ya çıkan olmadı!
Silivri’deki “özel yetkili” mahkemenin alacağı varsayılan kararları hukuk içinde kalarak protesto edilmesi iktidarın dikkatle üzerinde düşünmesi gereken bir tabloyu ortaya çıkarabilir. Bu büyük protesto buluşması ne 19 Mayıs gösterilerine, ne de 10 Kasım’da milyonları yürüten gösterilere benziyor. 19 Mayıs bayram kutlaması yasaklanan halkın yasakları protesto ederek gösteri hakkını kullanmasıydı. 10 Kasım’da ise Anıtkabir’e yürüyen halk son çare olarak Cumhuriyeti kuran önderine sadece saygı için değil aynı zamanda iktidarı şikayet için yürüyordu.
Şimdi durum çok farklı!
Türk siyasi hayatında böyle bir protesto hareketinin yaşandığını hatırlamıyoruz. 27 Mayıs’tan sonra kurulan, DP’lileri yargılayan Yassıada mahkemesi de bir özel mahkemeydi ama Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşayan hiçbir yurttaş o mahkeme önünde gösteri yapmaya kalkmadı ya da kararlarını tartışmak için Yassıada’ya çıkmadı.
Demem o ki “Mahkeme meşru ya da değildir” ancak yıllar sonra tartışıldı. Silivri’de toplanacak olan sadece halk değil, geçerli hukukun uygulanmasını sorgulayan bir büyük kitle. Barolar, hukukçular, avukatlar, işçi ve memur sendikaları, aydınlar, sanatçılar, yazarlar ve içlerinde bir büyük yargı organı olan Danıştay’ın eski Başsavcısı şimdiki ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan ve derneği de var. Siyasi partilerin büyük kesimi, TGB’liler de bulunuyor.
İşe ana muhalefet de girerse!
Son günlerde tavrı kesinleşen CHP lideri Kılıçdaroğlu ve grubu da Silivri duruşmalarının yapıldığı özel yetkili mahkemenin önünde olacak.
Bu da bir ilktir.
Ana muhalefet partisi tüm gücüyle Silivri zulümhanesinin kapısına dayanıyor.
Protesto edilen nedir?
Bir mukaddes hak olan savunmanın yok edilmesi, tutuklulara 5 yıldır yargısız infaz yapılarak, geçerli hukukun yok sayılması, insan hak ve özgürlükleri yokmuş gibi davranılarak sanıklara kurgulanmış kanıtlarla ki hepsi çürütülmüş ve hukuken kıymeti olmayan kanıtlardır- savunmanın kısıtlandığı bir ortamda ceza verilecek olması kuşkusu.
Bu büyük kalabalık orada mahkemenin meşruiyetini kabul etmedikleri için toplanıyor ve özel mahkeme hukukunun sorgulamasını yapıyorsa bu küçümsenecek ve dikkate alınmayacak bir durum değildir.
Bu demektir ki bir ülkede “kanun diye, diye kanun evrensel hukuk tepelenirken” hukukun üstünlüğünü kanıtlamak isteyen siyasetin, gençliğin, aydınların, gazetecilerin, sivil toplum örgütlerinin artık bıçağın kemiğe dayandığı bir patlama noktasıdır bu.
Orada neler olabilir?
Bu toplumsal patlama ne biber gazıyla, ne polis copuyla hatta kurulacak barikatlarla önlenmek istenirse neler olabilir?
Bunu düşünmek bile sakıncalı ve tehlikelidir. Ne AİHM, ne dünya kamuoyu, geçerli hukuka karşı insan hak ve özgürlüklerini korumak isteyen bu hareketin meşruiyetini tartışabilir ne de dünya hukukçuları?
Asıl görev iktidara ve onun hükümetine düşüyor. 14 Aralık günü çok pişman olacağımız olaylara tanık olmayalım ve bu tarihimize bir başka kara leke olarak girmesin.
Yorum Gönder