Neoliberalizm ve Şiddet - I - Ergin Yıldızoğlu

Geçen hafta Azerbaycan Devlet Ekonomi Üniversitesi’nin Eurasian Forum ile birlikte düzenlediği World Economic Paradigm: Market and Beyond forumuna katılmak üzere Bakû’daydım. Pazartesi ve çarşamba yazılarımda bu forumda sunduğum “Neoliberalizm ve Şiddet” başlıklı tebliğin bir özetini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Neoliberalizmin, anlamını ve tarihsel köklerini hepimiz biliyoruz. Neoliberalizmle “şiddet-violence” arasındaki ilişki ise yeterince ilgi çekmemiş bir konu. Bunda neoliberalizmin özgürleşme, bir şiddet aracı olan devletin müdahalesinden kurtulma anlamına geldiğine ilişkin varsayımın da önemli bir etkisi oldu.
Yine de neoliberalizmle şiddet arasındaki ilişki üzerinde düşünmeye olanak veren önemli çalışmalar var. Bu bağlamda, Michel Foucault, David Harvey, Boltanski ve Chiapollo, Johanna Oksala, Simon Springer, Wolfgang Steech, William Davies, Slavoj Zizek’in isimlerini anabiliriz. Ben de zaten sunuşumu bu yazarların çalışmalarına dayandırıyorum. Doğrudan kaynaklandırma işini, bu sunuşu izleyecek ayrıntılı makaleye bırakıyorum.
Bir ‘toplum mühendisliği’
Neoliberalizmin özgürlüklerle, devlet etkisinden kurtulmakla ilişkilendirilmesi aslında bir paradoks oluşturuyor. Çünkü neoliberalizmi oluşturan uygulamaların ilk örneklerini Endonezya’da Suharto darbesinde, Şili’de Pinochet darbesinde görüyoruz. New York eyaleti mali krizindeki uygulamalarla, 1978-80 arasında Deng Xiaoping reformlarıyla, Reagan- Thatcher programlarıyla, FED Başkanı Volcker’in gelişmekte olan ülkelerde borç krizini tetiklemesiyle “neoliberal” ekonomik modelin şekillenmesi (yaygın medya desteğiyle) büyük ölçüde tamamlandı. Bu modelin ilk kapsamlı uygulamalarından birinin Türkiye’de 1980 askeri darbesinden sonra gerçekleştiğini de anımsayabiliriz.
IMF-Dünya Bankası reformlarıyla, 1980’ler boyunca, neoliberalizm genelleşti; ekonomi yönetim modeli olarak, üzerinde küresel düzeyde bir mutabakat oluştu. Bu model, kriz içinde adeta finansal sermayenin bir “yaratıcı yıkım makinesi” oldu.
Bu arka planı aklımızda tutarak, “neoliberalizm”i üç açıdan değerlendirebiliriz: Bir ideolojik yapıntı (ve söylem) olarak. İki, uygulamalar ve dönüşüm süreci (neoliberalleştirme) olarak. Üç, bu ikisinden hareketle de, toplumdaki “egemen öznellik biçimleri”, hatta “hakikat” ve “disiplin rejimleri” bağlamında köklü değişiklere yol aşan bir “toplum mühendisliği” projesi olarak.
“Şiddet”, neoliberalizmden biraz daha karmaşık bir kavram. Çünkü “şiddetin”, fiziki yapısına ve uygulayıcının özelliklerine, hatta çekilen acılara indirgenemeyecek kimi özellikleri var. Şiddetten söz edince bu özelliklerin hepsini birden göz önüne almaya çalışmak gerekiyor.
Bu özellikleri üç ana başlık altında toplayabiliriz: (1) Şiddetin, nesnel, objektif yanı: Bu şiddet eyleminin fiziksel içeriğine ilişkindir – acıtma, yaralama, öldürme gibi. (2) Şiddetin öznel yanı: Bu şiddet eyleminin, uygulayan ya da etkilenen tarafından yaşanma biçimlerine ilişkindir. (3) Yapısal şiddet: Bu kaynağı itibarıyla herhangi bir bireye ya da kuruma doğrudan atfedilemeyen, yaşadığımız, toplumsal-ekonomik sistemin sıradan işleyişinin ürettiği şiddete ilişkindir. Bunu, Fiziki şiddet (acı verme, baskı, ve diğer fiziksel veya ruhsal sıkıntılar) ve simgesel şiddet olarak ikiye ayırabiliriz. “Simgesel şiddet” ezilenlerin sıkıntılarını anlamalarına ve ifade etmelerine, buna direnmelerine olanak verecek lisana ve imgelere ilişkin araçları bastıran, kullanılamaz, görülemez, ulaşılamaz kılan, buna karşılık baskıyı egemenlik sistemini üreten söylemlere ilişkindir.
Simgesel şiddet, belli sınıf ve tabakaların çıkarlarının, hatta varlıklarının simgesel ifadelerinin, toplumun simgesel alanından silinmesini de getirebilir. “Kültür endüstrisi” bu alanda özellikle önemli bir uygulayıcıdır.
Bir ideoloji ve süreç olarak...
Neoliberalizmin en önemli özelliği, piyasa koşullarını doğallaştırmasıdır. Böylece ekonomik yasalar nötr/tarafsız, ekonomik olgular evrensel ve siyasetten arınmış olarak belirir.
Feodalizmden çıkarken, devlet yönetimi, yasalara ya da dini “hakikatlere” göre sınırlanırken, liberalizm, piyasa ilişkisini hakikatin yeni mekânı ve devlet yönetiminin referans noktası olarak tanımlamıştı. Neoliberalizm piyasayı yeniden hakikatin mekânı olarak restore eder. Hükümetlerin ve bireylerin referans noktası, toplumsal adalet olmaktan çıkar. Yeni referans noktası işte bu piyasa kaynaklı “hakikat” olur. Bu yer değiştirme aynı zamanda bir “TINA”, (There is no alternative-Başka seçenek yok) söylemiyle birlikte geldiğinden aslında bir simgesel şiddet uygulaması olarak da görülebilir.
Bu bağlamda neoliberal ideoloji ve ürettiği söylem, kapitalist sınıfların dışındaki sınıfların ve grupların çıkarlarının üzerini çizer. Neoliberalizm piyasa ile demokrasi arasında bir özdeşlik ilişkisi oluşturarak, demokrasiyi ortak toplumsal çıkar ve vatandaşlık bağlamında düşünmeyi ve tartışmayı olanaksızlaştırır. Piyasa ilişkisini doğallaştıran neoliberalizm, neooryantalizme olanak sağlar. Neoliberalizm özgürlüğü piyasalara ve sermaye haraketliliğine referansla tanımlar.
Bir uygulamalar süreci olarak, devlet ve kamu mallarının, alanlarının özelleştirilmesi, piyasaların yanı sıra sağlık, eğitim, genetik maddeler gibi yaşamın toplumsal ve biyolojik alanlarını metalaştırılması, toplumsal güvenlik ağlarının (hizmetlerinin) tasfiyesi ve yoksullar, işsizler, yasal/yasadışı göçmenler, yaşlılar, gençler gibi sermaye devresinin, piyasa ilişkisinin dışında kalanların terk edilmesi anlamına gelir. Bu açıdan neoliberalleştirme süreci karşımıza “yapısal şiddeti” ağırlaştıran bir uygulama olarak çıkar.
Bu uygulamalar yerel düzeyde: İşsizliği, yoksulluğu, eşitsizliği artırır. Eşitsizlik şiddet, şiddet eşitsizlik doğurur. Yoksulluk güvencesizlik, umutsuzluk, ahlaki ve psikolojik aşınma yaratır; bunlar ev içi şiddet, ırkçılık, homofobi gibi öznel şiddete, adi suçlara, hatta örgütlü suçlara yol açar. Bu artan öznel şiddet ortamında neoliberalizm, yeni izleme/gözetleme teknolojilerini, özel yaşam üzerine “veri madenciliği” teknolojilerini teşvik etmekle kalmaz; “ağlara bağlı” ofis teknolojileri yoluyla iş yaşamıyla özel hayat arasındaki sınırı belirsizleştirir. Böylece neoliberalizm, liberalizmin en önemli kaynağı olan, bireyin özel yaşamında devlet müdahalesinden korunma hakkını (liberty) hızla ortadan kaldırır. Neoliberalizm piyasa temelli bir disiplin ve kontrol rejimi yerleştirir. Toplumu sayan, ölçen hesaplayan “uzmanlar”ın yönettiği, yönlendirdiği bir insan nüfusuna dönüştürmeye başlar.
Küresel düzeyde: Neoliberalizmin piyasa koşullarını doğallaştırması, liberal ekonominin ve demokrasinin küresel çapta “çağdaşlaştırma” projesine dönüşmesine yol açar. Bu projede “ekonomik tetikçilere”, mali rüşvetlere, bunların yetmediği yerde mali şantaj (IMF yeşil ışığı, kredi reyting kurumları) yoluna başvurulur. Mali şiddet uygulamalarının yanı sıra, kimi zaman gerçek tetikçilerin (suikastçılar), hatta askeri darbelerin devreye girmesi gerekebilir. Neoliberalleştirme, liberal demokrasiyi kabul ettirme sürecinde savaşlar, savaş tehditleri, işgal ve sömürgeleştirme gibi şiddet olayları yaşanır.
Neoliberalizmin, liberal demokrasinin genelleştirilmesinin bir “çağdaşlaştırma” projesine dönüşmesi, neooryantalist bir ideolojiye işaret eder. Bu süreçte ve bu ideolojinin altında, devletlerin, toplumların yerel üretim, tedarik ağlarının tahrip hatta imha edilmesi, nüfusun yerinden edilmesi, göçe zorlanması, hatta bazı durumlarda imha edilmesi söz konusu olur.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget