Çıldırtan Raporlar - Rifat Serdaroğlu
Hiçbir şeyden çekmedi dünyada, nasırdan çektiği kadar, der rahmetli
Orhan Veli Kanık. Başbakan Erdoğan da, hiçbir şeyden çekmedi bu raporlardan çektiği kadar. AB İlerleme Raporu- Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi Raporu-Uluslararası Kredi Değerlendirme Kuruluşları Raporları.
Raporlar, raporlar, raporlar…
Başbakan Erdoğan’ın, işi çok zor. Bir taraftan Avrupa Birliği’ne girmek için çabalıyor görünüyor, diğer taraftan da Anayasanın 90. Maddesi gereği, uluslararası antlaşmaların ve bu kuruluşların araştırmalarını kabul etmek zorunda kalıyor. Tam da sakal-bıyık hikayesinde olduğu gibi. Ne Avrupa ile oluyor ne de Avrupasız.
Hâlbuki Erdoğan Türkiye’de işi ne güzel idare ediyordu. Basının %95’i Erdoğan’ın tamamen emrinde idi. Kalan %5’inin ise, dağıtımı mümkün olabildiğince engelleniyordu. Resmi dairelerin- THY gibi kuruluşların %5’lik gazeteleri alması, yasaklanmıştı. Muhalif yazarlar gazetelerinden atılmıştı. Direnenlerin bazıları cezaevinde yıllardır tutukluydular. Bazı çok satan gazetelerde ve bazı büyük holdinglerde maliye müfettişleri ve vergi inceleme memurları kamp kurmuşlar, bunların sahiplerinin bu baskılar karşısında dilleri tutulmuştu.
Ulus Devlete, üniter yapıya, ülkenin bağımsızlığına ve bölünmezliğine inanmış, terörle ve teröristlerle canı pahasına mücadele eden subaylar, bilim adamları, gazeteciler cemaatin elemanları tarafından hazırlanan sahte dijital delillerle içeri atılmışlar, yargılanmaları ve tutuklulukları yıllardır sürüyordu.
Devlet bürokrasisinin direnme gücü tamamen kırılmış, en önemli makamlara Erdoğan’ın has adamları yerleştirilmişti. Yasama tamamen Erdoğan’ın emrinde idi. İstemediği kanunun gündeme gelmesi mümkün değildi. Yürütmede yani Bakanlar Kurulu’nda, Erdoğan’ın dediğinin aksine görüş belirtecek tek kişi yoktu. Yargı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, önemli koltuklarına Adalet Bakanlığı’nın memurlarının getirilmesiyle kontrol altına alınmıştı.
Yasama-Yürütme-Yargı- Basın demek tek kelime ile Recep Tayyip Erdoğan demekti. Sanki Türkiye’de demokrasi değil, tek adam yönetiminde faşist bir rejim yaşanıyordu!
İçeride her şey iyi giderken, her gün “üç-beş memed’in” şehit olmasını,” beş-altı memedin” sakat kalmasını saymazsak(!) ortalık güllük-gülistanlık iken, zırt diye bir rapor çıkıyor ve Erdoğan’ın sinir katsayısı tavan yapıyordu.
Neymiş efendim, Türkiye gazeteci tutuklamakta dünya birincisi olmuş da, bu çok ayıpmış da, Eritre denen gariban ülkeyi bile geçmişiz de bir sürü laf.
Bu bitmeden AB İlerleme Raporu. Reformlar yapılmıyormuş da, insanlar haksız ve kanunsuz şekilde hapse atılıyormuş da, tutuklamalar cezadan beter hale gelmiş de, cezaevlerinde ölümler oluyormuş da neler, neler…
Bunları unutturmak için “18 yaşındaki gençler Başbakan-Bakan olsun”, “kışladaki askerler tüfek ve kasatura ile oy kullansın” diye milletin kafasını karıştırmışken, bu arada da Suriye’ye girip Şam’da namaz kılmayı planlarken, Rusya Başkanı Putin telefonda; “Suriye’ye atılacak tek kurşunu bile, Moskova’ya atılmış sayarım” deyip telefonu çat diye kapatınca dünyası altüst olmuştu.
Nihayetinde o da bir insandı. Bir taraftan çıldırtan raporlar, bir taraftan Putin, bir taraftan Esed, bunlar yetmezmiş gibi bir de Ahmedinecat, üstüne üstlük Eşbaşkan Obama’nın sıkıştırması, gerçekten çıldırmak işten değildi.
Ya o alttan alttan çalışan Kayseriliye ne demeli? Besle kargayı, oysun gözünü…
En iyisi Fettah’ın oteline kapağı atıp, telefonları kapatmaktı. Sıkıntılı bir şey olursa, Sümeyye nasılsa problemi çözerdi.
Yorum Gönder