Sıra dışı tarih zırvaları - Özdemir İnce


Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Milli­yet Gazetesi’nde (10.10.12) şöyle ko­nuşmuş:
“Tarihin doğallaşması süreci sancılı oluyor, çok sancılar yaşanıyor ama suni yapıların, suni psikolojilerin çözülmeye başladığı, tarihin doğal seyrine oturma­ya başladığı bir dönemden geçiyoruz.”
Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgede son dönemde yaşananlarla ilgili olarak bilmece gibi konuşmuş. Feylesofculuk yapıyor. Zaman ve mekân belli ise sen istediğin kadar bilmeceli konuş, anlayan anlar.
Davutoğlu, 1917 yılında Lenin tara­fından açıklanan, Osmanlı topraklarının paylaşıldığı gizli Sykes-Picot (10.05.1916) anlaşmasını, Osmanlı’nın iğdiş edildiği Mondros (30.10.1918) ateşkesini, Lloyd George’un “Artık Tür­kiye yok!” dediği Sevres (10.08.1920) anlaşmasını unutup, Lausanne (24.07.1923) anlaşmalarına gönderme yapıyor. Bu dört anlaşma sonunda Or­tadoğu’da çizilen sınırlar yapay (suni), ama Davutoğlu’nun gönlündeki sınırlar gerçek (!). Tarih doğal seyrine oturunca Osmanlı düzeni yeniden kurulacak; R.T. Erdoğan 1.Tayyip unvanıyla tahta geçe­cek.
Sen Hatay’ı Suriye’ye kaptırma da… Doğun ve güneydoğun Sevres’den beter şekilde bölünüp paylaşılmasın da… Yeni haritalar daha beter!
Osmanlı hayalleri
Hatırlarsınız: Başbakan R.T. Erdo­ğan, 1993 yılında, Refah Partisi II Baş­kanı sıfatıyla, Kürt sorununu, Türkiye’de ve bölgede Osmanlı eyalet sistemi kura­rak şıpın işi hallediyordu. (2. Cumhuriyet Tartışmaları, S.422.)
Bizim MHP milliyetçilerinin kafasın­da, Cumhuriyet kurulmuştur ama Os­manlı fütühat dönemi vardır. İslamcılar ise Cumhuriyeti yok farz ederler, Os­manlı çağında yaşarlar, ama sadece görkemli zaferleri anımsarlar. Davutoğlu Ortadoğu’da Osmanlı devletini yeniden kuracak. Ama Araplar, köprüden geçer­ken, kıs kıs gülerek niyeti anlamazlığa vuruyorlar. Köprüden hele bir geçsinler Davutoğlu’nu bölgeden süpürgeyle ko­valayacaklar.
Hamamda türkü çığırmak
Derin Tarih
adlı palavracı tarihçilik dergisinin Ekim 2012 sayısında Meh­met Çelik (1954) adlı tuhaf bir tarihçi keşfettim. “Prof. Dr.” unvanı varmış ve Celal Bayar Üniversitesi Edebiyat Fakül­tesi Tarih Bölümü’nde öğretim üyesiymiş. Ülke TV’de “Sıradışı Tarih” diye bir program yapıyormuş. Atatürk Üniversitesinde İlahiyat ala­nında lisans almış, aynı üniversitede Ta­rih alanında yüksek lisans ve doktora yapmış. Süryani tarihi, Bizans İmpara­torluğu, Süryanca dilbilgisi, Fener Pat­rikhanesi ve ekümenikliği konularında kitaplar yayınlamış.
Ders verdiği konular: Bizans Devleti Tarihi, Ortaçağ Düşünce Tarihi, Tarih Felsefesi, Siyasi ve İktisadi Doktrinler Tarihi, Osmanlı’dan Günümüze Azınlık­lar Tarihi, Ortaçağ Avrupa Tarihi: Ro­ma, Tarihte Devlet-Din İlişkileri… Sanki üniversite değil de 1940′ların köy ilk­okulu, bütün sınıfların, bütün derslerine bir tek eğitmen giriyor. Maaşallah, Meh­met Çelik’in de öğretmediği ders yok gibi. Ama en önemlisi Bizans konusun­da uzman olması, dilbilgisini yazacak ka­dar Süryanca bilmesi; ilahiyat, tarih ve felsefe donanımlı olması…
Böyle bir bilim insanı ülkemiz için övünç vesilesi olur, olmalı… Böyle bir bilim insanı, ders konusu olmuş ulusları, halkları sevmese de onlara karşı adil ve nesnel olmalı. Değil mi? Kendi tarihine karşı da gerçekçi, adil ve nesnel olacak.
Uyduruk tarih, uyduruk geçmiş
Mehmet Çelik’in bilimsel ağırlığının değerlendirilmesini meslektaşlarına bıra­kıp, Derin Tarih dergisinin 7.sayısında yayınlanan “Koca Yusuf’un Karşısındaki 18 Kiloluk Çocuk” başlıklı yazısına de­ğineceğim. Yazara göre “Koca Yusuf” Osmanlılığı, ” 18 Kiloluk Çocuk” ise Yunanistan’ı temsil ediyor.
Özetlersem: Yazar, Cumhuriyet’in, çocuklarına, gençlerine büyük hedefler, büyük idealler aşılamamasından şikâyet­çi. Ama yazar yanılıyor! 1923-1950 yıl­ları arasında dünya ile yarışan Cumhuri­yet, bizim kuşağa da dünya ile yarışma bilinci verdi.
Yazarın şikâyeti şu: “Son imparator­luğumuzun tasfiyesiyle sadece milyonlar­ca kilometre kare toprağımızı kaybet­medik, Cumhuriyet’le birlikte o impara­torluk hafızamızı da yitirdik. Lozan’da bize dikte edilen ulus-devlet formatını sadece sınırlarımızla sınırlı tutmadık. O formatı, yetişen ve yetişecek olan nesil­lerimizin hafızalarına, ideallerine, hedef­lerine de nakşettik. Böylece Edirne-Kars arasında hapsedilen bir zihinsel format geliştirdik. Artık dünya ve insanlık için bir idealimiz kalmamıştı. Yunanistan gi­bi, Romanya gibi bir ulus-devlet olmuş­tuk. [...] Malazgirt’i, Kosova’yı, Sırpsın- dığı’nı, Niğbolu’yu, İstanbul’un fethini, Çaldıran’ı, Ridaniye’yi, Mohaç’ı, bir mil­letin zaferlerle taçlandırılmış tarihini İnö­nü savaşları gibi uydurma ve abartma zaferlerle gölgelemeye, örtmeye çalış­tık!”
Tarih değil palavra
Osmanlı Devleti 1295 yılında kurul­du. I.Viyana bozgununun tarihi 1529. 294 yıl görece görkemli bir dönem. 1529′dan 1919′a kadar 390 yıllık boz­gun, yenilgi ve sefillikler tarihi. Bu tersi­ne tarihçi unutmasın ki Sèvres’i Cumhu­riyet değil bizzat Osmanlı imzaladı.
Osmanlı döneminde “birey” diye bir şey olmadığı için ne bireysel bellek ne de bireysel imgelem vardı. Ayrıca Türk­ler imparatorluk hafızasını kaybetmeselerdi ne olacaktı; imparatorluğu yeni­den mi kuracaklardı? Osmanlı dediğin, neredeyse bütün saltanat döneminde insanlılığın uygarlık hazinesine evrensel nitelikli hiçbir bilimsel katkıda bulunma­mış, sürekli ödünç almış…
Tarih defterine, daha çok olan yenilgi ve bozgunlarını unutup sadece zaferleri­ni yazamazsın. Bu nedenle, Cumhuri­yet’in kurucu menzillerinden biri olan İnönü zaferi Osmanlı’nın Sèvres’le so­nuçlanan bütün fetih ve cihad zaferlerin­den çok daha önemlidir.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget